GÖRÜŞ: İSTER MİYDİNİZ?



Burhan Özbilici tarafından çekilen malum fotoğraf, günümüzde foto muhabirliğin nereye gittiğinin sorgulanması gerektiğinin kesin bir delili... Kimilerine göre hali hazırda 'simgesel' olarak nitelendirilen bu fotoğraf, aslında bu statüye ¿birileri? tarafından *konuşlandırılmadan önce, cevaplanması gereken birçok soruyu beraberinde getiriyor. “Böyle bir fotoğrafın kamuoyuyla paylaşılması onayını kim veriyor?”, “Bu fotoğraf dağıtılırken aslında ne amaçlanıyor?”, “Bu görüntüyle karşılaşan izleyici nasıl hissediyor?”, “Fotoğrafı servis eden ajans ile fotoğrafçının vakaya bakışları paralelliklerini nereye kadar koruyor? Daha da doğrusu koruyor mu?”, v.s... v.s... 

Bağışlayın ama... öncelikle bu fotoğrafı bir insan olarak değerlendirdiğimde; “barbarlık” ve “gaddarlık” sebebiyle yaşam şiirinin susturulduğu bir terör eylemini, rahatsız edici bir üslupla temsil ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. 

“Rahmetli Büyükelçi Karlov'un vücudu, elini tekbir inancını sembolize eden bir jestle göğe kaldırmış suikastçının ayaklarının dibinde cansız biçimde devinimsiz yatıyor. Haşhaşi bir kolunu vücuduna paralel sarkıtılmış, silahını sımsıkı tutarken, avaz avaz bağırdığı boğazını sarmalayan damarlar, vücudundan boynuna doğru coşkun bir hevesle kanını durmaksızın pompalıyor. Giymekte olduğu takım elbise ona kaçınılmaz bir ağırbaşlılık katıyor. Elindeki silahı fora etmiş iyi giyimli bu adam, öfke içinde eyleminin gerekçesini açıklayan sözlerle haykırırken, tıpkı 'Rezervuar Köpekleri' filmindeki eksik 'Mr. Black' karakterini çağrıştırıyor.” 

"Yukarıdaki ayrıntılı tasvirdeki cansız beden; size ait olsa ya da mevzubahis kurbanın bir yakını olsanız bu fotoğrafın kamuoyuyla paylaşılmasını ister miydiniz?"

Yazıyı okumayı sürdürürken bu sorunun cevabını da bir düşüne durun... 

Belki de yaşadığımız karanlık dönemin bir tetikçisi olan bu adamın adı 'maşa'dır. Rahmetlininkisiyse 'piyon'... Ama bunun hiçbir önemi yok! Sistemin hedeflerine hizmet etmek adına; siyah takım elbiseli adam 'terörist', fotoğrafı çekense çoktan 'kahraman gazeteci' ilan edilip, fotoğrafçı ödüllendirildi bile! "Büyükelçi mi?... Onun konumuzla ne alakası var?" At izinin, it izine karıştığı, böylesi karmaşık bir devirde, gerçeğin ne olduğunu eminim ki bu kaosu yaratanlar bile bilmiyor. Kim bilir belki taşlar yerlerine oturunca, gerçek kendini ifşa etme hakkını kullanır... 

Uzatmadan yaygın görüşün tersine ben, bu fotoğrafın simgesel olmadığını düşünüyorum. 

Öncelikle fotoğraf daha önceden emsalini gördüğümüz ve bilinçaltı tarlamıza ekilmiş bir dizi görüntünün yeni hasadından başka hiçbir şey değil... Bu fotoğraf zaten beyin loblarımız arasındaki karanlık ve nemli bir yerde, bilinç üstüne çıkmayı iple çekiyordu. Çünkü daha bize çaktırmadan, 'Saturday Night Fever' adlı filmin afişini süsleyen Travolta Duruşu'nu ya da 'Rezervuar Köpekleri' filmindeki çete elemanlarını hatırlattığını fark etmemizin vakti gelmemişti. Joe Rosenthal'ın Iwo Jiwa ya da Yevgeny Khaldei'nin Berlin (1945) fotoğrafındaki, Delacroix'nın 'Halka Yol Gösteren Özgürlük' resmindeki gibi, -galeyana getirilmeyi bekleyen topluluklara liderlik eden- propaganda görsellerindeki 'kahramanca duruşu' sergilediğini ayma zamanımız gelmemişti. 

Ama artık mantık merdivenini... ipini... artık adın kullanarak, düştüğümüz gaflet kuyusundan çıkmalıyız. Bunun simgelerimize sahip çıkmazsak, korkunç bir yakın gelecek fotoğrafı olduğunu anlamalıyız. 

Bu fotoğraf, eylemin vuku bulmasından önce suikastçı tarafından birçok kez provası yapılmış, ardından basın için sahnelenmiş bir propagandanın ürünüdür. Terörist, eylemin ölümüyle biteceğinden emin olduğu için, kamuoyu üzerinde azami nispette sarsıcı bir etki yaratmak istemiştir. Bundan ötürü fotoğrafı asla çekilmemiş, haşhaşi kafasında tam da hayal ettiği gibi bir fotoğraf vermiştir. 

Tıpkı Obama Hükümeti'nin yarattığı IŞİD'in; Gelişmiş ekipman, montaj ve efektlerle ürettiği videolarla propagandanın sınırlarını zorladığı gibi, bu suikastçıda kendi propagandasının etkisini sınırlarına kadar zorlamıştır. 'Basın A.Ş.' ise buna çanak tutarak, meşru ortaklık görevini ifa etmiştir. 

Kamuoyu üzerinde yaratılmak istenen bu azami etki tarzı, ilk olarak denendiği Körfez Krizinde ve son olarak Suriye'de süregelen savaşta olduğu gibi izleyenleri kuzu kuzu yönlendiriyor. Yaratılmaya çalışılan etki, güce ya da devlete ait her şeyin estetiği olduğuna, salt doğru olduğuna inanmamıza neden oluyor. Bunu bizlere heyecanla izlediğimiz milyonlarca dolar bütçeli aksiyon filmleri gibi hazmettiriyorlar. Biz... Homo Zapienler... medyaya salt gerçekten daha çok inanıyor, bir yalandan diğerine kendimizi zaplayarak, manipüle edilmemize müsaade ediyoruz. Ama artık bir kırılma noktasındayız... Terör, bu yöntemi keşfetti. Ve kendi propagandası için ustalıkla kullanıyor... Hem korku saçıyor hemde yeni taraftarlar topluyor. 

Bu fotoğrafın 'simgesel' olduğuna katılamamamın bir başka sebebi de; Simgeselliğin zamanla gelişmesi gerekliliğinin dayanılmaz gerçekliğidir. Şu anda suikastçının asıl amacının Suriye'yi etkileyen Rusya-Türkiye görüşmelerinin istikrarı bozmak olduğunu düşünüyoruz. Çünkü avaz avaz bağırırken, Halep'te olanların unutulmaması gerekliliğine dem vuruyordu. Bir kısmımız suikastçının şeytani bir 'Fetullahi' olduğunu, diğer kısmımız ise bir 'IŞİD'ci' olduğunu düşünüyoruz/düşündürülüyoruz. Peki rahatsız ediciliği bir yana bu fotoğraf; “Suriye'de olup bitenleri ne biçimde özetliyor?”, “Neyi, kimi temsil ediyor?”, “Mülteci trajedisine nasıl bir çözüm sunuyor?” Bu suallerin ortak cevabı basit: “Buyur!!! Ne sormuştun?” 

Simgeler, bir toplumun duygularını yaşanılan dönem ve kültürel yapı dahilinde, bir takım nesne ve canlılar üzerinden temsil etmek için seçilirler. Bir fotoğrafın simgesel olabilmesi için; Varoluş amacının, tarihe nasıl mal olacağının ve kim/ler tarafından servis edildiğinin net bir göstergesi olmalıdır. 

Son saydığım husus çok önemli... Çünkü simgelerimizin kontrolünü yitirirsek, bir takım güçler tarafından ayarlarımızla her an oynanabilir. Ki zaten bugünlerde sürekli oynanıyor... Bu da simgelerimizin tam tersi anlamlara gebe olmasıyla sonuçlanabilir... Mesela kötü niyetli bir ajansın manipülasyonu yüzünden bir fotoğrafçı, foto-tetikçiye dönüştürebilir. Bu neticeden kelli foto muhabirler, değer yargıları ve imgelerle nasıl etkileşime geçeceklerine, hangi ajanslarla işbirliği yapacaklarına dikkatle karar vermek zorundadırlar... 

Foto muhabirler, 'Basın A.Ş.' ile 'fotoğrafın SİNE-MASALlaşması' arasındaki ilişkiyi hassas bir sağduyuyla dengelemeliler. Bu dengeyi şu an tutturamazlarsa; Kendimizi 'asıl gerçek' ile egemen güç tarafından 'lanse edilen gerçek' arasındaki Muğlak Görüntü Atlası'nda pusulası şaşmış halde buluruz. Bu da kaçınılmaz olarak, artık özgür iradeyle hiçbir görseli algılayamayacağımız anlamına gelir. 

Bu vakada esas olan, fotoğrafın simgeselliği değildir; Görsel etki kullanımı, dağıtım mekanizmasını meşrulaştıran rahatsız edicilik ve benzeri görsellerle günümüzde fazlasıyla içli-dışlı olmamızdır. Fotoğrafın SİNE-MASALlığı izleyicinin görseli kolaylıkla sindirmesini sağlayan, öz dağıtım sistemini yaratmıştır. Böylelikle imge ihtişamlı ama bir o kadar da 'sahte' simgesel statüsüne tereyağından kıl çekercesine -hemde alkışlar ve ödüller eşliğinde- erişmiştir. 

Bu fotoğraf dünya üzerindeki iğrenç ve karmaşık siyasi ilişkiler, Orta Doğu'da bizimde içine -ne hikmetse- dahil olduğumuz savaş, tekil fotoğraflardaki sistematik yozlaşma ve kadim Suriye halkının **çimleşmesi hakkında birçok şeyi ifşa ve temsil ediyor. Bu fotoğrafın insanlığa hiçbir katkı sunmadığını, kişi ya da olayla empati kurmamı sağlayamadığını ve yaşanan vaka sonrasında da insanlık ve medeniyet adına bir değişime vesile olamayacağını düşünüyor ve üzülüyorum. Bu tip görsellerin daha kaç teröristi kışkırtacağı fikri bende korkuyla karışık bir endişe hissi uyandırıyor. Şiddet pornografisini ödüllendirmenin teröristin propagandasının bir kez daha yapılmasından öte ne akla hizmet ettiğini merak ediyorum. 

Şimdi önceki satırlarımda sizlere sorduğum sorunun cevabını rica ediyorum. 

“Fotoğraftaki cansız beden, size ait olsa ya da kurbanın bir yakını olsanız bu fotoğrafın kamuoyuyla paylaşılmasını ister miydiniz?” 

- Ben istemezdim...

*'Konuşlandırılmak' fiili kasti olarak kullanılmıştır. 
** 'çimleşmesi' “Filler tepişir, çimenler ezilir”, deyişine gönderme.

                                                                              Gölge Fanzin, Sayı 14, Kış 2017


Bu yazı; Gölge Fanzinin 14. sayısında yayımlanmıştır.

Gölge Fanzinin bu sayısını aşağıdaki bağlantıya tıklayarak okuyabilirsiniz.