GÜNCE: BİR FOTOĞRAFÇININ GÜNLÜĞÜNDEN - 2




Akademi nedir? Benim bildiğim akademi, ilgili branşı geliştirmek için eğitimcilerin, öğrencileri eğittiği, kendilerini sakıncasızca ifade edecekleri özgür bir platform sağladıkları yerdir. 

Oysa benim ¿eğitim? almakta olduğum güzel sanatlar akademisinin, fotoğraf bölümü bu tanıma uymak bir yana, haklarında türlü şaibeler söz konusu bazı şahısların eğitmen sıfatıyla ortalıkta dolaştığı, kişisel çıkarlar uğruna şahısların babalarının çiftliği gibi kullandığı, dışarıdan gelen (daha doğrusu gelmeyen) hocaların gözlerimizde “O” ışığı göremediği için bizleri sallamadığı bir yer...

Emekli olmasına rağmen bölümü ofisine çevirmiş, dilediği gibi yöneten koltuk sevdalısı profesörler mi dersin? Bu şahsın jürilerinde başı çektiği yarışmalarda ödül üstüne ödül alıp, ortalıkta bir fotoğraf gurusu gibi dolaşan yalaka şarlatanlar mı? 

Bütün bunlara şakşakçılık eden mi? Bunlar birde utanmadan “Çok konuşmasınlar ben yurtdışında da ödül alıyorum. İt ürür, kervan yürür.” diyorlar. Umarım, imajlarında rötuş yapılmadan önce taktıkları ziynetler gibi, (Sütaş ineciğinin çıngırağı misali) bu ödülleri de boyunlarına asmazlar.

Sezarın hakkı Sezar’a... içlerinde teknik birikimi, pratik deneyimi, fotoğrafa olan sevgisiyle görevlerini yerine getirmeye çalışan öğretim görevlileri de yok değil. Fakat, onlarda bahsetmiş olduğum sözde akademik fotoğraf mafyası tarafından etkisizleştiriliyor. Dolaplarını çevirdikleri bölüm binasından uzaklaştırılıp sürgüne gönderiliyorlar. Ya da ofislerinde hapsediliyorlar. Allah hepsine kolaylık versin. (Güncelleme: Kastettiğim şahsın bölüm başkanı olmasını engellemek adına son dönemde dönen dolapları biri ifşa etse, insanın nutku tutulur.)

İşin en üzücü yanı, biz, öğrenciler içerisinde yer alan birçok kişinin de bu zihniyete uşaklık ediyor olması. “X sen Photoshop’u iyi biliyorsun. Benim temizlenecek bazı dialarım var. Hallederiz değil mi?”, “Tabi, Hocam Tabi...”, “Y senin tanıdıkların varmış. Benim baskıları ucuzdan yaptırır mıyız?”, “Tabi Hocam, tabi...”

Neden mi böyle yapıyorlar? Kendilerine, yeteneklerine güvenleri yok. Yaptıkları işler belirli bir standardın üzerine çıkamıyor. Her şeyi yapıyorlar. Arkadaşları birbirlerine düşürüyor. "Tavşana kaç tazıya tut", diyorlar. Oluşturdukları kaosun avantajlarından faydalanarak sözde, Türk Fotoğrafında kalıcı olacaklarını düşünüyorlar.

Bu günlerde böyle birisiyle sevdiklerimin ısrarlarından sebep ortak bir çalışmaya soyunduk. Umarım şileplerin bayraklarının asılı olduğu yerden, narin organik varlığını çiziktirmek zorunda kalmam, dümenini çıtırdan kırıp kendisini karaya oturtmam. (Neyzen’e ithafen... Ruhu şad olsun!)

Bu zihniyetle savaşmak lazım. Aksi takdirde, Türk Fotoğrafı rektumdan gülüşler eşliğinde anılacak bir duruma düşecek. "Allahım... Allahım, bu okul ne zaman biter?", “Ben, ne vakit yeminimi bozup; "Ne diyon sipob deyu!.. deyu!..", bu üfürükten adamları koltuk altlarından gıdı... gıdı... gıdıklamaya başlarım. Gel teskere, gel teskere bitsin bu hasret. Çukulatam, Esmerayım, seninde ruh cazın şad olsun.
04 Ocak 2003