ELEŞTİRİ: SIRÇA KÖŞKÜNDEN DERSAADETİ DİKİZLEYEN GAFİL LOŞGEZER



“Bu sergide benim ruhumu altüst eden, nahoş duygularımı en derinlerimden gün yüzüne çağıran sinkaflı bir küfür var. Bu küfür içinde fotoğrafı ünlüyor. Lakin sergide fotoğraf yok! Sadece tuhaf bir yazarın beyninin MR görüntüleri var.”



Takdim

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş., bugünlerde yazar Orhan Pamuk’un İstanbul'daki evinin balkonundan çektiği fotoğraflardan oluşan bir sergiye ev sahipliği yapıyor.

Küratörlüğünü (çiçeği burnunda sayılır, 6-7 yıldır) Alman yayıncı Gerhard Steidl’ın yaptığı Orhan Pamuk - BALKON sergisi 6 Şubat - 27 Nisan 2019 tarihleri arasında fotoğraf severler tarafından ziyaret edilebilecek.

Sergide Pamuk’un İstanbul’un sürekli değişen, manzarasını yansıtan 600’den fazla fotoğrafı sergileniyor. Bu fotoğraflar, yazarın çektiği 8,500’den fazla fotoğraf arasından seçilmiş... (???) 



Ön Yargısız 1 Yaklaşım 

Evvela iflah olmaz bir ön yargı karşıtı olduğumu belirterek, Pamuk’un bir edebiyatçı olarak fotoğraf sergisi açmasının/yapmasının fotoğrafçılık açısından hiçbir mani teşkil etmediğini belirtmek isterim. Hoş... bir manisi olsa ne fark eder? Kimler fotoğraf çekmiyor?, Kimler ne sergiler açmıyor ki? Artık hepimiz fotoğrafçıyız!.. Ya da kendimizi öyle sanıyoruz. 

Malum sayısallaşmanın en çok etkilediği alanlardan birisi de şüphesiz fotoğrafçılık oldu. Geçen yıllar içerisinde fotoğrafın üretim araçlarındaki köklü değişimden tutun da fotoğrafların paylaşımına kadar birçok noktada ciddi gelişmeler ve değişimler yaşandı. Makinelerin ucuzlaması, paylaşımın kolaylaşması gibi unsurlar, çoğu insanın içindeki amatör fotoğrafçının gün yüzüne çıkmasını kolaylaştırdı. Hatta süreç durumu bir adım daha öteye taşıyarak içimizdeki fotoğraf canavarını yüzyıllık derin uykusundan uyandırdı, desek herhalde yeridir... 

Amma velakin fotoğraf, popülist gerekçelerden ötürü bu memlekette düştüğü kadar aciz bir duruma, dünyanın hiçbir yerinde düşmedi. Ve bu acizliğin son perdesi bugünlerde Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’de sergileniyor. 

'Balkon' sergisinin kimin sergisi olursa olsun, nerede sergilenirse sergilensin, albümü kimin tarafından basılırsa basılsın; memleket ya da dünya fotoğrafına herhangi bir katkıda bulunmadığının, fotoğraf severlere ilham vermek kabiliyetinden had safhada yoksun olduğunun ve amatör fotoğrafçıların kafalarını karıştırmaya namzet olduğunun -ki bu oldukça sakıncalı- altını ön yargısız ama kalınca bir çizgiyle çizerek belirtmek fotoğrafa olan borcumdur. 

Gerek Pamuk’un kendi ifadelerinden gerekse kulislerde dolaşan söylencelerden beyefendinin yaptığı bu işten had safhada memnun ve devamını getirmek niyetinde oluğunu belirtmeliyim. Oysaki naçizane kanaatimce Pamuk, bundan sonraki süreçte fotoğrafla ilişiğini -o da şartsa- belki fotoğraf hakkında düşünüp, yazarak sürdürmeli... fotoğraf çekmekten eylem olarak hazzediyorsa da, en azından fotoğraflarını umuma sergileme fikrinden uzak durmalıdır. 

“Her etkene rağmen gayretle galerinin loşluğunda usulcacık geziniyorum. Derinden iniltiler işitmeye başlıyorum. Kulak kabartıyorum... Fark ediyorum ki Pontius Pilatus’un talimatıyla duvarlara mıhlanmış onlarca imge, oluk oluk İstanbul kanıyor. Çıkar!.. Arsızlık!.. Samimiyetsizlik kanıyor... Yazık! Hemde çok yazık! Bir gafil yerinden bile kıpırdamadan Şehr-i İstanbul’un... benim yuvamın lokal-fotopsisini yapmış, ardından da hayâsızca bunu teşhir etmiş...” 

Pamuk’un Fotoğrafik Güdüsü 

Fotoğrafçılık tutkusunu ilk olarak gözlerinin önünde akıp giden güzelliği muhafaza etme, ikinci olarak da gördüğü her şeyi kaydetme merakı olarak tasvir eden yazar, ikinci hedefini tutturmanın imkansızlığını kısa sürede idrak etmiş. Ah Monşer! Ne de hoş!.. 

Yazarın muhafaza etmeye çalıştığını iddia ettiği güzelliğe gelince, sergide yer alan fotoğraflarda açıkça görüldüğü üzere bî’ar bir tutumla bu güzellik refüze ediliyor: Sürekli tekrarlarla ve bu güzelliği aktarmaktaki fotoğrafik kifayetsizliğiyle izleyiciyi yoruyor... bu güzelliği sıradanlaştırıyor... ve elbette nihayetinde fotoğraf severleri hayal kırıklığına uğratıyor. 

“Ah İstanbul İstanbul olalı, Hiç görmedi böyle keder 
Geberiyorum aşkından, Kalmadı bende gururdan eser”  - S.A

Yazarın Notu: Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp...

Pamuk bahsi geçen açıklamalar ışığında şekillendirdiği fotoğraf felsefesini serginin açılışında özetle şöyle açıklıyordu. Analog döneminde sarf malzemeleri ziyadesiyle pahalı olduğundan ötürü, özel an ve durumları tekil karelerle zapt ederdik. Dijital teknolojiyle bu tutum değişti. Artık bir an’ı, birden çok kareyle (6-7 kare) zapt ediyoruz. 

Öncelikle bu ifadeleriyle Pamuk önemli bir hususu es geçiyor. Fotoğrafçılığın ana hedefi an'ı yaylım ateşine tutmak değildir. Asla da olmadı. Gelişmiş makinelerde ‘saniyede 10’larca kare çekebilmek’ gibi bir özellik bulunsa da, asli maksat karar anı dediğimiz ve süreci fotoğrafik olarak en iyi temsil ettiğine kanaat getirilen görüntüyü fotoğrafik unsurlar (ışık, kompozisyon, nesne estetiği, v.b’leri) eşliğinde zapt etmektir. An’ı çoğul karelerle kayıt altına aldığımız 'teknoloji' ya da 'sanat dalı' daha ziyade ‘sinema’ olarak değerlendirilmelidir. 

Ayrıca serginin bir grup (12 adet) fotoğrafını ele alarak, sizlere an'ı birçok kareyle zapt etme eyleminin doğuracağı nahoş sonuçlara hemen somut bir izahta bulunayım. Lütfen, sergi salonunun mevcut bir açısının yer aldığı aşağıdaki görsele dikkatle bakınız. Burada limana yanaşmakta olan bir kruvaziyere ait 12 adet fotoğrafın bir araya geldiği toplu bir seçkiyi görüyoruz. Farz edelim bu kruvaziyer sizin firmanıza ait olsun ve tanıtım maksadıyla kullanılacak tek bir kare seçmeniz için bu fotoğraflar önünüze bir ajans tarafından konulsun.


- Bu fotoğraflardan hangisini tercih edersiniz? (Parayı bastırmışsın... raaat ol!)

El-cevap; hiçbiri...

Çünkü görseller ışık, kompozisyon, nesne estetiği ve hikayeden yoksunlar... Ne kruvaziyerimin haşmetini gözler önüne seriyorlar... ne de muazzam bir ışığın kattığı görsel hazdan ötürü bu deniz taşıtına özelmiş hissi kazandırıyorlar. Sallapati kadrajlardan sebep ekseriyetinde imgeler kararsızca orasından-burasından kesilmiş, alanın içine nefes alamamaksızın hapsedilmiş. v.s... v.s... Herhalde bu kadar izah kafidir...

Sonuç; fotoğrafı çoklu çekim avantajlarını fırsat bilerek, zihinden yoksun otomatik bir refleksle ele aldığınızda, hislerinizi ve düşüncelerinizi taşıyan bir medyum olmaktan çıkarırsınız. O'nu iğdiş edersiniz.

Küçük 1 Sorgu Molasına Ne Dersiniz? 

Pamuk zamanla konu edindiği güzellikleri fotoğraflama dürtüsünü sorgulamaya ve neden saatte yaklaşık yedi fotoğraf çektiğini merak etmeye başlamış: Fotoğrafın görme biçimim üzerindeki etkisi nedir? Fotoğrafçılığımla yazarlığım arasındaki ilişki nedir?  

Tüm bu soruların cevabı kısaca şu olmuş; fotoğraf çekmek, yazarın görme biçimine yapısal olarak derin bir anlam katmazken/katamazken (nasıl mı? sergi ortada), edebiyat çalışmalarında karşılaştığı zorluklar (yazamamak) karşısında duyduğu hüsranın şifası olmuş. (Hocam, sen hep almışsın... hep almışsın... ama hiç vermemişsin... Şimdi bu nasıl olacak?)

Gerhard’ın Kanadından Yağ Çıkartmak 

Pamuk başlangıçta fotoğraflarını başkalarıyla paylaşmak konusunda tereddütlere sahipmiş... hatta bu fotoğrafları ne yapacağına dair kafasında en ufak bir fikir yokmuş. Ne vakit ki Gerhard Steidl, merhum Ali Dinçkök (iş adamı, sanat koleksiyoncusu) adına hayata geçirilecek bir proje kapsamında kendinden yazı sipariş etmiş, işte o vakit işin rengi de Orhan Pamuk için değişmiş. Kendisi daha önceden Günter Grass (merhum Nobel ödüllü Alman yazar, heykeltraş. Steidl ile uzun süre çalışmış.) aracılığıyla Steidl Yayın evinden zaten halihazırda haberdarmış. Pamuk, Gerhard Steidl ile bu iş vesilesiyle kendi evinde gerçekleşen randevuyu büyük bir fırsata çevirmiş... (kısaca özetlersek; başarılı bir bartering anlaşmasıdır.) Kararttığı arka odasında, laptop kapanı aracılığıyla tuzağına düşürdüğü Gerhard’ı, 8500 fotoğrafına maruz bırakarak abandone etmiş ve albüm sözünü alıvermiş. (Çok ilginç! Serginin tohumları karartılmış bir odada atılmış, ürünleri loşlukta sergileniyor. Bunlar hep karanlık işler!!!) 

Amma velakin Pamuk, kendisinin arşivde unuttuğu bu fotoğraflarla ilgilenmiş olmasından ötürü Gerhard Steidl’e teşekkür ediyor. Ardında da ekliyordu. “Onun gözü ve merakı olmasaydı ne benim ne de başka kimsenin sormadığı, ilgilenmediği bu fotoğrafları kâğıt üzerinde, bir kitapta görmek kimsenin aklına gelmezdi. Şimdi artık bu fotoğrafları niye çektiğimi soranlara şu cevabı gönül rahatlığıyla verebilirim. Bunun gibi bir kitaba koyup bakmak için...” 

Kısacası yaşananlar ile söylenenler oldukça çelişkili... sonradan pazarlama stratejisi olarak geliştirilmiş. Kimi zaman samimiyetsiz ve çok affedersiniz... düpedüz yalanlar içeriyor. 

Tıpkı yazarın bu fotoğrafların sadece manzaranın değil, kendi ruhunun da kayıtları olduğunu ancak beş yıl sonra bu fotoğrafları 'Bal(k)on' kitabı için düzenlerken fark etmesi gibi... 

“Minareyi Çalan Kılıfını Hazırlar” 

Sergileme 

...Buna ek olarak tuvale basılan 70 adet büyük format fotoğraf izleyiciye sunuluyor. 

Tuval bezi, lümpenden kendilerine göre burjuvalığa terfi eden az eğitilmiş toplum ka(z)tmanlarının evlerini bezemeye bayıldıkları kitsch (kiç) sanat görselleri için sıklıkla kullandığı, hatta bayıldığı bir malzeme oldu. Bu eğilimin psikolojik gerekçesi şu: bir imge tuval bezine basıldığında mühim bir sanat eseriymişçesine... biricikmişçesine bir etki yaratıyor. Bu sayede insanlar astronomik harcamalar yapmadan evlerinin duvarlarını diledikleri sanatımsı görsellerle süsleyebiliyorlar. Hoş ekseriyetle bu bez bir kasnağa gerdirilmiş oluyor... 

Sergide yer alan görseller bu bahsettiğim tuval bezine paspartu görevi görecek beyaz boşluklar tanzim edilerek basılmış... Hoş renkli görsele 'koyu renkli' paspartu makbuldür. 'Çerçeveymiş, antirefle cammış, adam gibi paspartuymuş...' adamların bu tip ayrıntılarla hiç işleri olmamış. Oldu olacak olayın dibine vuralım derlerken, akıllarına bir diğer ekonomik ve pratik (kurulum ve lojistik açıdan) çözüm yolu gelmiş olsa gerek... fotoğrafları satha çok sayıda çiviyle çivilemişler. Artık bu küratörün fikri midir yoksa karbüratörün mü? Bunu Orhan Pamuk’a sormak lazım? Hoş bu fikrin sahibi galeride olabilir?

İçerik, ışık, kompozisyon, nesne estetiği ve hikaye (Pamukesk olarak eminim roman bile çıkar) açısından genelde sınıfta kalan görseller, sunumda da bariz şekilde masraf ve emek sarf etmekten kaçınılan bir düşüncenin kurbanı olmuş. Baskı kalitesi hakkında detaylı yoruma giremeyeceğim; çünkü salon loştu. 

Galeri ışıkları Gerhard Steidl’ın ifadesine göre İstanbul’un sabah erken ya da akşam gün düşerken ki atmosferini yakalamaya çalışmak amacıyla kısılmış. Bu tercihin asli amacı bu dahi olsa, söz konusu olan bir fotoğraf sergisiyse, bunun anlamsız olduğu gün gibi ortada... Sonuçta izleyici tabi olarak ideal bir ışıkta kendisine sunulan görseli ayan-beyan görmek beklentisindedir. Bu süreci etkileyecek, seyri zorlaştıracak bir ışık miktarı ambians yaratmak amacıyla keyfen tercih edilemez. Teknik kifayetten yoksun görsellerin, ısrarla büyük ebatla basılmış olması göz önünde bulundurulduğunda, belki de bu 'loş ışık fikri' daha ziyade ayıp örtmeye yaramış olabilir. 

Ayrıca bir takım koca... koca... fotoğrafları göz zaviyesinin üstünde -izleyicinin bakışlarını ‘Tavuk bile su içer, Allah'a bakar’ misali neredeyse göğe yönelterek- sergilemek abesle iştigaldir. 

Üst katta ise kitaptan yola çıkılarak, 280 gr. Hahnemühle Cotton kağıda mürekkep püskürtme akrilik yöntemiyle basılan sayfalar karşılıklı olarak sergileniyor. Görsellerin birbirlerini tekrarlayarak oluşturduğu sıradanlık hissi, bu sunum formatı üzerinden hafifletilmeye çalışılmış... koridorun sonunda özel olarak tanzim edilmiş bir alanda dilerseniz albümü oturup, inceleme fırsatınız olabiliyor. Böylece Orhan Pamuk fotoğraflarını bir kere daha görerek serginin zirvesine bir ‘orgazm misali’ titreye titreye erişiyorsunuz. 

Yine üst katta ezber bozarak yer verilen, muhtemelen konken ya da briç oynayan teyzelere dikiz fotoğrafından acaba bu hanımların haberleri var mı? Peki fotoğrafçının bu görseli sergileme hakkı? “Ay Kızlar! Orhan bizi çekmiş" diye mest mi olurlar? Yoksa maazallah kişilik haklarını ihlal ettikleri için dava etmeye kalkarlar mı? 

Amaaan... tüm bunları boşverelim. Nasıl olsa... 

“Benim adım Orhan Pamuk’un Fotoğrafı... 
O yüce varlık tarafından zapt edilmiş imgeleri bağrımda barındırdığım için özelim... 
Tartışılamam... Çünkü ben paha biçilmez Pamukgrafik bir değerim...”

Ah!.. Ah! Bu Metinlerin Gözü Kör Olsun... 

Sergi sunuş metni gayet tabii ki ‘Pamukesk’... Tamamını okumak insana o mekana neden geldiğini unutturacak denli uzun ve karmaşık... (Pamukish dilinde yazıldığından) 

Bir fotoğraf sergisinin kurulum tekniği açısından da; yanlış! Peki bunun doğrusu nedir? Gayet tabi ki sıkmadan kısa ve öz bir anlatımla sergiyi sunmak ve ziyaretçiyi buyur etmek... Oysa ki sergi girişindeki metinlerden sebep, Nedim Gürsel’in tabiriyle Nobel Ödülü alabilmek için bir soyunmadığı kalan Orhan Pamuk’un egosunda daha ‘dakka bir’ boğuluyorsunuz. 

Albüm


Albüme gelecek olursak; sarı-beyaz mat kağıt üzerine dört renk ofset ve kırık siyah, mat mürekkep baskı, gömme fotoğraflı bez ciltli, ilk ve son sayfaları pamuk lifli, şirazeli ve kurdeleli özel bir baskı. 

Gerhard Steidl’ın aksini önermesine rağmen Pamuk’un ısrarı üzerine kitabın dikey basılmış olması göze çarpan ilk sorun... Sanırım yazar, albümünün okurlarının kütüphanelerinde yer alan diğer kitaplarına eşlik etmesini istedi. Ne de olsa format yatay olsaydı, bu teknik olarak mümkün olmayacaktı. 

Manzara fotoğraflarından oluşan bu projenin konusu gereği kendini tüm doğallığıyla ifşa edebilmesi için tek ya da çift sayfaya açılan görsellerle ifade edilmesi teknik açıdan doğru olurdu. Dikey sayfalara hapsedilen küçük görseller, bakana yeterince külfet vermiyormuşçasına, kimi zaman çok sayıda küçük ebatlı fotoğrafı sayfalara adeta dama tahtası gibi döşemişler. Bu da durumu izleyici açısından nahoş ve zorlayıcı kılmış. Gerhard’ın açılış günü fotoğraflar üzerinden yaptığı okumalarda kadrajlarda yer alan küçük detayların sürprizler yaratması, beyin ve gözlerimizi eğitmesi meselesi (Allah müstahakkını versin senin e mi Gerhad?) bu çoklu mini fotoğraflara bakarken izleyiciye muhakkak pertavsız kullanmak zorunluluğu dayatacağı muhakkak. 

Kitabın içeriği bir kenara bırakıldığında, (bu da ne demekse?) alışılagelmiş bir Steidl kitabı...


Sonuç: Vahim 

Halihazırda sergilenen Balkon, salonun duvarından söküldükten sonra (malum hoyrat bir çekiçle satha çivilenmişlerdi) umarım sergilendikleri süreç boyunca açtıkları göz yaralarını pansuman edecek yepyeni bir sergiyle telafi edilecektir. Bu sergi, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık A.Ş.’nin yeni dönemindeki ilk ve son 'Pamuk Zafiyeti' olarak kalacak ve tekrarlanmayacaktır. 

Sosyal paylaşım ağlarında her gün binlercesini gördüğümüz -hatta daha iyilerini- Pamuk’un balkon fotoğrafları günlük hayatın basit tüketim nesneleri olmaktan öteye algılanmamalıdır. Beyoğlu'nun orta yerinde ve prestijli bir galeride sergilenmeleri, cihana nam salmış bir yayıncının albümünü basmış olması kafaları asla karıştırmamalıdır. Bu her sanat izleyicisinin aşina olduğu estetik ve genel moral değerlerden (Eminim bir Pamuk vardır Pamuktan içeri...) mahrum görseller, fotoğraf tekniği aracılığıyla zapt edilseler de, ‘fotoğraf’ olarak addedilmemelidir. 

Zaten serginin asıl hedefi fotoğraf severler değildir. Pamuk, öncelikle okurlarını hedefleyerek onları cepte farz etmiş, fotoğraf severleri de sürecin cabası olarak görmüştür. Serginin yazar, basım evi ve galeriye ne/ler kattığı gün gibi ortadadır. Bunları detaylandırmak abesle iştigalden öteye gitmez. 

Balkon sergisinin olumlu karşılanacak bir tek yönüyse, fotoğrafa yeni başlayan kişiler için nasıl fotoğraf çekmemeleri gerektiği konusunda didaktik ve görgül bir sergi niteliği taşımasıdır. Belki de kurulacak bir ‘Fotoğraf Soykırımı Müzesi’ (sen o işleri biliyorsun. Vergiden düşmeler, kültüre katkıdan bi' şeyler... falan... filan...) dahilinde süresiz sergilenmelidir. 

“Kral Çıplak Değil, Adeta Kas Anatomisi Atlası...” 


Gölge Fanzin, Sayı: 19, Yaz '19

Değerli okuyuculara aşağıda yer alan bağlantılardan ulaşabileceği; video'yu izlemeyi, podcast'i dinlemeyi ve yazıyı okumayı tavsiye ediyorum. Böylelikle bu teferruatlı eleştiri yazısı daha iyi anlaşılabilecektir.


Bu video’ya dair podcast

Gölge Fanzin’in bir önceki sayısında çevirisini yayınladığımız Pamuk’un Ara Güler vefatı vesilesiyle yazılmış olan “Fotoğraflarından Hoşlanıyorum. Çünkü Güzeller” başlıklı makale öyle sanıyorum ki, yazarın fotoğraf hayatına atılışının ayak sesleriymiş. Yazının İngilizcesi için lütfen tıklayınız.

Orhan Pamuk'un Orange'ına Dair:

ELEŞTİRİ: ORANGENTALİST BİR AĞITSAL FOTOROMAN