GÖRÜŞ: Fakr – u Zaruret Safarisi





“O (Fotoğraf makinesi) modaya uygun ve teknik bakımdan kusursuz bir biçimde ele alınarak en aşağılık sefaleti bile bir zevk nesnesine çevirmiştir.”
Walter Benjamin

“Bugüne dek hiç kimse fotoğraflar yoluyla çirkinliği keşfetmemiştir. Oysa pek çok insan fotoğraflar yoluyla güzelliği keşfetmiştir. Fotoğraf makinesinin belgelemek ya da toplumsal ayinleri göstermek için kullanıldığı durumlar dışında insanları fotoğraf çekmeye iten şey, güzel bir şey bulmaktır. (Fox Talbot 1841’de fotoğrafın patentini calos, yani “güzel” den gelen calotype adıyla almıştı.) "Hiç kimse, ne kadar çirkin değil mi! Bunun bir fotoğrafını çekmeliyim." demez. İnsan gerçekten böyle bir şey söylese de aslında yalnızca "Bu çirkin şeyi...güzel buluyorum," demek istiyordur.” 
Susan Sontag 

Bu yazının misyonu, günümüzde fotoğrafların sıkça konusunu oluşturan 'kaybedenler kulübünü' ya da başka değişle fakir fukarayı elimden geldiği ölçüde hayasız akınlara karşı savunmaktır. 

Fakr-u zaruret içerisindeki insanların bir takım olma hallerinin imgesel safarisi sonucu ortaya çıkan fotoğrafların hiçbir zaman samimiyet taşıdığına inanmadım... asla da inanmayacağım. 

Şu aralar basında ya da popüler albüm ve sergilerde yer alan fotoğraflarda ortak bir payda olduğunu fark etme, dolayısıyla da kahrolma durumunu yaşamaktayım. Bunun sebebi ise yukarıda sözünü etmiş olduğum mantık çerçevesinde üretilen fotoğraflardan sağlanan en ufak bir kazancın şimdiye kadar bir hayır veya esirgeme kurumunun kasasına aktarılmaması, fotoğrafın öznesinin faydasına kullanılmaması ve cukka da cukka fotoğrafçılara cukka olmasıdır...

İmam ve Cemaat mantığı içerisinde vereceğim örnek üzerine lütfen düşünün. 

Büyük duayen Ara Güler bakın neler söyleyerek genç fotoğrafçı kitlesine tüyo vermiş.

“Ben genç olsaydım, varoşlara girerdim.”

Bak sen bak! Tavsiye vermek bir yana... Azıcık sağlığı-sıhhati yerinde olsa... ama illaki de işin ucunda arpa olsa gençliği-yaşlılığı bir yana bırakarak kendisi hemen oralara bir çekirge misali hemencecik zıplayıverirdi.

Aklı evvel MİHA’lı (Marmara İletişim Haber Alma) fotoğrafçılar da bu konuya el atarak, toplumsal duyarlılıklarını göstermişler. Helal olsun benim güzellerime... Canlarım benim... Hemencecik bir sergi oluşturuvermişler. "Serginin adı mı?!!" Hazır olun, söylüyorum... “Varoşta Varoluşlar”... doğru duydunuz, çokta kavramsal bir isim bulmuşlar.

Projenin amacı şehrin kıyısındaki yaşamı gözler önüne sermek olmuş... "İyide serince ne olmuş?!!", "Varoşlar, fotoğraflar aracılığıyla o ana adanmak haricinde ne hayrını görmüşler bu işin?!!"

Durun daha bitmedi. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Destek Fonu, 2000 yılının Mayıs ayında fotoğraf yarışması düzenledi. Yarışmanın konusunu size hemen aktarıyorum.

“Yoksulluk”... Evet... doğru okudunuz... "Yoksulluk" 

"Hocam, nedir bu yoksulun bitmek bilmez çilesi?!!" İçine düştüğü zor durum bile başka birisinin çıkarına... Faydasına çalışması gereken bir kurum dahi; domuzdan kıl koparsam, kardır türevinden bir fikriyatın peşinde... Yazıklar olsun!

"Acep fon düzenlediği bu yarışma sonrasında verdiği ödüllerin yoksul insanların ne şekilde faydasına olduğunu fotoğraf camiasına açıklayabilir mi?", "Bu fotoğrafları fonun tanıtımında kullanarak yardıma muhtaç insanlara korkunç bir destek mi sağlandı da haberimiz olmadı?"

Hiç sanmıyorum böyle olacak olsa görsel ve yazılı basın aracılığıyla her şey kamuoyuna ballandıra ballandıra ve de avaz avaz aktarılırdı. Bunların hiçbiri olmadı. Zaten öyle olsa bu güzide yarışmamız gelenekselleşmeye namzet olurdu.

Peki bu yarışmada ödüle layık görülen güzide fotoğrafçılarımızdan herhangi biri, ödülünü yardımlaşma fonuna bağışladı da, onu mu kaçırdık? Yok! Hiç... ama... hiç sanmıyorum. Çamur atıyor olmayı istiyorum... bu koca iftiralardan dolayı utanmak mosmor kesilip bostan patlıcanına dönmek istiyorum.

Koskoca Cumhuriyet Gazetesi, 56 yıldır sürdürdüğü Yunus Nadi Ödülleri’ne son yıllarda fotoğraf dalını da dahil etti. Fotoğraf severlerin hatırlayacağı üzere, dereceye giren fotoğrafların hepsindeki ortak nokta kaybedenler kulübü üyelerinin imgelerinden oluşmasıdır. 

Bilmeyenlere hemen hatırlatayım. Bu fotoğrafların birinde açıklı-koyulu dikey çizgilere boyanmış bir duvarın fonu oluşturduğu ortamda, tesettür ötesi kapalı fukara hanımlar (o dönem bu “tesettür” hadisesinin görsel ve yazılı basın tarafından bolca tüketildiği bir dönemdir. İşaret ederim!) bayır aşağı inerlerken görülür, içlerinden birinin çocuğu olduğu belli bir ufaklık neşeyle sıçrayarak onlara eşlik eder. Küçüğümüz etrafa pozitif elektrik saçmaktadır. Ve her şeyden bihaber bu çocuk punktumumuzdur.

Bence bu haddini aşmış, tehlikeli bir öncesi–sonrası fotoğrafıdır. O yaşam sevinci içerisindeki yavrucak inanışlar gereği yaşı gelince, tesettüre büründürülerek bir İslam Androidine dönüştürülecektir. Bayanlar, baylar yapmayın! Böyle derin meseleleri kuru kuruya bir fotoğrafla deşmeyin, sizin haz ve egolarınızdan bihaber olan sübyanı da, masum fotoğrafı da suçunuza ortak etmeyin. İdeolojik propaganda uğruna fakiri fukarayı sömürmeyin!

Gelelim bir diğer fotoğrafa, bu sefer punktumumuz Tepebaşı’ndaki durakta derme çatma kulübesinde otobüs bileti satışı yapan bir garibandır. Aynı zavallı zihniyet, - trendler - paralelinde seçimini yapmayı sürdürmüştür. 

Böylece yakında katılım tarihi (15 Nisan 2002) sona erecek yarışmanın 56.sı için, bir grup uyanık fotoğrafçıya Ara Baba misali bende istemeden sanırım tüyo vermiş oldum. Tanrı beni affetsin...

Bu gibi iddiamı destekleyen türden örnekleri çoğaltmak mümkün... fakat bunun yazımı uzatmak haricinde özel bir katkısı olmayacağı görüşünde sanırım cümle alem hemfikiriz. Dolayısıyla da artık yazdıklarımı toparlayarak bir sonuca varmamın vakti geldi. 

Fotoğraf yalan söylemez, ama yalancılar... ama suistimalciler fotoğraf çekebilirler... Fotoğrafın kötü emelli kişi ya da kitlelerin eline geçtiğinde nükleer silahlardan daha da tehlikeli olacağına emin olabiliriz. Çünkü insanoğlunun şahit olduğu üzere, fotoğrafın kanıt aracı olma özelliği çarpıtılarak kullanıldığında ciddi aldatmacalara yol açabileceği tarih içinde kerelerce saptanmıştır. Deklanşöre basarken her fotoğrafçı eline vicdanına koyup, amacının ne olduğunu kendine sormalıdır. İyi bir fotoğrafçı... doğru bir fotoğrafçı... insanların kendi istemleri dışında içinde bulundukları sefaleti belgeleyerek nereye varabilir? Hangisi olursa olsun... ideolojilerin, fotoğraf aracılığıyla "yoksulluk pornosu" üretimini teşvik etmelerine izin verilmemelidir.


Unutulmamalıdır ki; başta fotoğraflar olmak üzere yeryüzündeki tüm imgeler, varoluşlarının doğası gereği boşluğa; Göstergeler İmparatorluğuna doğru bir yolculuğa çıkarlar. Bu sonsuz yolculuk, sadece imgelerin değil aynı zamanda görüntülerin sahiplerinin etik sorumluluğunun da sefer arkadaşı oldukları bir seyahattir.

Dosta sonsuzluk, düşmana bir gün dileğiyle...

Elbet eline mızrabı alır,
eseri benden daha iyi icra edecek
başka bir babayiğit...
Bende haddimi bilir, bir kıyıya çekilirim.

04 Mart 2002

Yorumlar