RÖPORTAJ: TOLGA SEZGİN


d.1973, İstanbul, 1998 yılında fotoğrafa başladı. Sokak çocukları ile ilgili ilk projesi çeşitli kampanyalarda kullanıldı. 'Savaş Öncesi Barış İçin İnsan Kalkanı Konvoyu'nda yer alarak Irak'a gitti. Dönüşünde beş fotoğrafçıyla birlikte savaşa karşı gezici bir sergi oluşturdu. 2003 yılı sonunda 'Kooperative Für Fotografie'ye katıldı. Bam depreminden sonra 'Ulaşılabilir Yaşam Derneği' ile birlikte bölgeye giderek günlük hayatla ilgili bir foto röportaj hazırladı. 2004 yılı Nisan – Mayıs ayları arasında Corbis fotoğraf ajansında intern olarak çalıştı. 17 Ekim 2003 yılında kurucu üyelerinden bir olduğu NAR Photosʼta çalışmaya başladı. Halen İstanbulʼda yaşıyor ve fotoğraf çalışmalarına devam ediyor.

Cenk Mirat PEKCANATTI: Tolga, bize, NAR Photosʼun kuruluş sürecinden ve amaçlarından bahseder misin?

Tolga SEZGİN: Bizim şu anda NAR PHOTOSʼdaki ekip bir şekilde birbirini tanıyan, birlikte birtakım işler yapan ve belirli bir süreç geçiren iki farklı ekibin bir araya gelmesinden oluşmakta... Ajansta Halukların bir grubu var. Bu grup, Haluk ÇOBANOĞLUʼnun MİHAʼdaki, öğrencileri olan Coşkun (AŞAR), Burcu (GÖKNAR), Gökşinʼden (VARAN) oluşan bir grup , birde Serra (AKCAN), Mehmet (KAÇMAZ), Özcan (YURDALAN) ve benim dahil olduğum vakıftan (Fotoğraf Vakfı Girişimini kastederek) çıkan bir ekip var.

Bizim grubun vakıf döneminde, -vakıftan bağımsız bir şekilde ama orada- ajans örgütlemek gibi bir isteği vardı. Özellikle World Press seminerlerinden sonra böyle bir fikrimiz oluştu. Önce bunu Fotoğraf Vakfı Girişimi bünyesinde, geniş bir kitleye duyurarak yapmaya çalıştık. Geniş yapılı, örgütlü bir oluşum kurarsak, hem ilk aşamada eldeki mevcut işlerin sayısı artacak hem de yurt dışına sunabileceğimiz işlerde fazlalaşacaktı. Yurt dışı örneğini vermekteki kastım; Türkiyeʼde bu tip işlerle... fotoğraflarla ilgilenenlerin olmamasından kaynaklanıyor.

Aynı zamanda küçük bir grup olarak bu işe başlarsak, bir gelenekte oluşturamayacağız düşüncesiyle bu işi geniş bir katılımla yapalım dedik. Bunu iki defa denedik. Çevremizde bizim gibi işler üreten herkese çağrılar gönderdik. İnsanları davet ettik. Tüm bunlara rağmen bu iş maalesef olmadı. Olayın adının konulması dahi iki ayı bulan bir toplantı sürecini aldı ki, buna rağmen ortaya da bir şey çıkmadı zaten... İnsanlar bir şekilde bu girişimi çokta desteklemediler.

Kerem, Serra ve ben bu dönemde Haluk ile samimi olduk. Daha önceden de bir şekilde Halukʼu tanıyorduk. Ama bahsettiğim süreçte muhabbetimiz daha da ilerledi. Halukların MİHAʼdaki grubu bizim denemiş olduğumuz işin benzeri bir olaya girişmişti. Öyle adı çok ajans gibi olmasa bile, ilerde ajansa dönüşebilecek bir yapıya bürünmüştü. “Bizde böyle bir şey yapmayı düşünüyoruz.” “Girişimlerimizde oldu.”, “Karşı değilseniz gelin beraber yapalım” filan derken, 17 Ekim 2003 senesinde NAR Photosʼu kurmaya karar verdik.

Önce aramızda bir iş bölümü yaptık. İlk başta çok ağır giden işler oldu, hatta bazılarına hiç işlerlik kazandıramadık. Mesela ilk 6 ay hiçbir şey yapamadık. Sadece İnternet sitemizi yapmamız bir seneye yakın sürdü. Site yapmak öyle anladığımız bildiğimiz bir şey değil, parada olmadığı için eş dost yardımıyla yaptırmaya kalktık. Yok o yapacak, yok bu yapacak derken dediğim gibi uzun süre hiçbir şey yapamadık. Dışarıdan yumuşak hatları gözüken, ama kendi içimizde sadece bizim bildiğimiz daha keskin hatları olan bir manifesto oluşturduk. NAR Photos kooperatif mantığında çalışan bir yapı, editöryel işlerimizin gelirlerinin %20'sini ajansa aktarıyoruz. Kısacası böylece yola çıktık.

Amaç!.. En önemli amacımız örgütlü bir yapı içerisinde, birlikte birtakım işler üretmek... Evet, bireysel olarak herkesin buradan farklı bir takım beklentisi vardı veya halen var. Fakat dediğim gibi en önemli nokta birlikte bir şeyler üretmek ve örgütlü bir yapı içerisinde var olmak.

- 'Örgütlü' kelimesini çok fazla kullanmandan yola çıkarak bir soru sormak istiyorum. Grubunuzun bir konu seçerken veya ele alırken belli bir duruşunun olması söz konusu mu? Kastım, Nar Photos'un siyasi bir tavrı... özel duruşu... var mı?

- Manifestoyu yazarken, "Burada bir payda paylaşırken herkesin bireysel deklarasyonları önceliklidir", diye en başta söyledik. Bu grubu kurarken işi şöyle ya da böyle üretmemiz 'gerekli' ya da 'şart' diye bir kaide koymadık. Sonuç olarak şu muhakkak ki hepimizin çalışabileceği ortak bir payda bulabildik.

Ben bu soruya kendi açımdan cevap verebilirim. Diğer arkadaşlar katılır ya da katılmazlar. Benim için tek başına fotoğraf üretmek çok değerliymiş gibi gelmiyor. Eğer sonunda bir yere değiyor ve buradan bir politika çıkarılabiliyorsa, fotoğraf üretmenin o vakit bir boka yaradığını söyleyebilirim. Tamam dünyanın en kral fotoğrafını çekmişsin, şayet çektiğin bu fotoğrafın insanların hayatlarına herhangi bir katkısı, faydası yoksa benim için ortada konuşulacak bir şeyde yok demektir. Ben fotoğrafa işte böyle bir açıdan bakıyorum... Hani derler ya! haber fotoğrafçısı objektif olmalıdır diye... Ben değilim! Objektif olmak gibi zorunluluk hissetmiyorum. Benim hayata bakış açımı belirleyen bir takım etik kurallarım var... bir siyasi duruşum var. Ben bütün bunların doğrultusunda fotoğraf üretiyorum.

- Anladığım kadarıyla bir fotoğrafçı olarak genel eğilimin, fotoğrafı toplumsal duyarlılık yaratmak için bir araç olarak kullanma temellerine dayalı...

- Bir ayırımı çok net olarak ortaya koyalım. Biz sürekli olarak gazeteciler gibi sıcak haber yapmıyoruz. Bu bakımdan mutlaka ki durduğumuz bir nokta olmalı, toplumla ilintili duyarlılık göstermelisin. Durduğun bir nokta olmazsa söylediklerin ve ortaya çıkarttıkların hiçbir yere varmayacaktır.

"Aaa! şimdi bunlar şu anda bir yere varıyor mu?" - Hayır! Aslında hiçbir yere varmıyor. Şu anda yaptığımız ürettiğimiz işlerin hiçbir mecrası yok. Yurt dışındaki ajanslara, bilmem ne dergisinde yayınlaması için gidebilir ama bu pratikte hiçbir işe yaramıyor. Burada belki bir süre sonra bir gelenek oluşabilir, belki bu işler 50 yıl sonra bir işe yarayabilir. Zaten bunun umudunu taşıdığımız için de bir yerde bu işi devam ettiriyoruz.

Benim tamamen kişisel olarak sahip olduğum bir görüşümde şu: Ben kendimi daha iyi ifade edebileceğim, kişisel duyarlılıklarımı gündeme getirebileceğim başka bir mecra bulursam fotoğrafı bir kenara koyup o işi yapabilirim. Kitlelere daha doğrudan ulaşabilecek bir araç bulabilirsem ve bunu da fotoğraftan daha iyi yaptığıma inanırsam o zaman o işi yapmaya başlarım. Şu anda başka bir şey bulamadığım için ya da yaptığım diğer şeyler beni çok tatmin etmediği için ben işi sürdürüyorum.

- Bir proje seçilirken Nar Photos nasıl karar veriyor? Herkes kendi öyküsünün peşine mi düşer? Yoksa öncelikli olarak popülerlik faktörü mü seçimlerde etken olur?

- Bizi yaptığımız işin popülerliği dolaylı yoldan etkiliyor. Mesela şu an da Ermeni sorunu var. Biz bu konuda bir iş üretebilir miyiz falan diyerekten aramızda konuşuyoruz. Aslında bu popülarite değil, buna tek başına popülerlik demeyelim. Şimdiye kadar gözümüzü açmadığımız, bakmadığımız, dikkat etmediğimiz şeylere artık daha çok dikkat etmeye başladık. Buradan da bir dil ya da bir iş üretmeye çalışıyoruz. Fakat, bunun adı tek başına popülerlik olarak algılanamaz. Belki şu anda insanlar bu adamlar popüler olmak için çıkıp bu işleri yapıyorlar, diyebilirler ama biz kafamızda çok fazla böyle şeyler kurgulamıyoruz. Onun dışında konu seçerken duyarlılıklarımız ön plandadır.

- Burada araya gireceğim... mesela bir takvim ya da program var mı? Örneğin; yıl boyunca üzerinde çalışılacak 10 tane konu var. Bunları belirli bir mantıkta paylaşıp, sonra üzerilerinde çalışmak gibi bir durum var mı?

- Yok... şimdi şöyle bir şey yapıyoruz. Herkesin üzerinde çalıştığı bir takım projeleri var. Uzun süreli... geçmişte başlayıp halen devam eden... uzun sürede devam edecek işler... bu projelerini herkes sürdürüyor.

Bunların haricinde "Birtakım işleri beraber üretebilir miyiz?", "Kotarabilir miyiz?", diye düşündük. Hani bunu çok fazla da beceremedik. 'Türkiyeʼde Genç Olmak' diye bir konu üzerine kafayı yorduk. Fakat ortaya somut bir şey çıkmadı. "Neden çıkmadı?", demek ki hazır değildik... herkes bu işi sahiden yapmak istemiyor... ya da aklımızın bir kenarında var böyle bir şey yapmak... ama süreç sonunda bir şey üretemedik. Grubun işleyişi açısından ileride böylesi ortak bir proje üretmek istiyoruz. Ama bunun için gerekli olan koşul şimdilik oluşmadı galiba, ortaya bir şey çıkmadı.

Duyarlılık meselesi hassas bir konu... Duyarlılıkta biraz ötekileştirme var, kendine benzemeyeni vitrine koymak var. İlk fotoğrafa başladığımda benim seçtiğim konularda böyle çok hassastı. Sokak çocukları... engelli çocuklar falan filan... Sonraları "Neden ben bu işleri yapıyorum?", diye düşündüm. 

İlk olarak bunlar popüler olan işler... fotoğraf tarihine baktığımda etkilendiğin adamlar hep bu tip işler yapmışlar. Tabi ki duyarlılık çok ince bir çizgi... Bu çizginin diğer tarafına geçersen durum bir tür suistimale dönüşebiliyor. Çünkü bir yerde de ötekileştiriyorsun... bana benzemeyeni vitrine koyuyorsun... cilalıyorsun... estetize ediyorsun... Bu sürekli bir tercih içinde kurguladığım bir şey ama şuna karar verdim ki, - ben şimdide mevsimlik işçilerle ilgili bir iş yapıyorum - galiba bu konular benim çok ilgimi çekiyor.

Şu anda üzerinde çalıştığım işinde (mevsimlik işçiler) bir yere varmayacağını biliyorum. Fakat böyle işlerde olmalı... bu öyküler bir şekilde anlatılmalı diye düşünüyorum. Dediğim gibi ortada çok ince bir çizgi var. Bu işi çok estetize edip insanları tamamen dışarıdan bakarak soyutladığımızda işin rengi tamamen başkalaşıyor. Galiba onları kullanıyoruz... fotoğrafçılar olarak düştüğümüz... daha doğrusu bu kuşak fotoğrafçılar olarak düştüğümüz bir tuzakta bu galiba. Bu zaman zaman beni rahatsız ediyor.

- Bu bahsetmekte olduğun kaygı, NAR Photosʼa dair bir kaygı mı? Yoksa tamamıyla senin kişisel kaygın mı?

- Yok... bu kaygı benim uzun zamandır kafama takılan bir kaygı... fakat bu öyle tek başıma oturup... şudur bunun gerçeği diye karar verip, sonuca varacağım türden bir şey değil...

- Senin bir fotoğrafçı olarak yaklaşımın oldukça hassas... Tamam spesifik bir konuyu seçerken daha en başında bir derdin, belli başlı bir meramın oluyor. Bu kısmı gayet net anladım. Peki belli bir ortama girmeden önce konunu hangi yaklaşımla ele alacağını nasıl belirliyorsun?

- Zaman içerisinde şunu öğrendim. Bir iş yaparken mümkün olduğunca konunun bütün kalemlerini belirlemek, üst başlıklarını, alt başlıklarını belirlemek, iyi bir araştırma yapmak çok önemli. Yani fotoğraf çekmek işin aslında en basit kısmı gibi bir şey... bunun öncesi ve sonrası belki çok daha önemli... "Bir proje nasıl üretilir?", "Nasıl tasarlanır?" falan... bu iş için korkunç bir ön hazırlık gerekiyor. Galiba bizde eksik kalan şeyde bu zaten.

Bir konuyu ele almak kısmını kimse bize öğretmedi. Üniversitelerde de bu tür konulara pek yönelindiğini zannetmiyorum. Çünkü üniversitelerden ilişkide olduğum insanlar böyle bir şey olmadığını söylüyorlar. Biz bunu atlıyoruz ve langır lungur fotoğraf çekmeye başlıyoruz. Ben bir vakit, biraz da bunun için kafamı yordum.

Eugene Richardsʼın bir lafı var... “Günümüzün fotoğrafı üretilmiyor” diyor. Bu beni çok düşündürdü. "Bu adam niçin böyle bir şey söylemiş?" Bende "Bugünün fotoğrafını, işlerini üretebiliyor muyuz?", diye kendi kendimi sorguluyorum.

Zaten burada şöyle bir şey de var... işte yani duyarlılıkla... aslında çok girift şeyler bunlar... birbirinin içine geçmiş... Duyarlılık üzerinden gittiğimizde sadece bireysel tatmine yönelik bir şeyler de olabiliyor. Yani biraz daha popüler düşünüp, biraz daha soyutlama yapıp yani...

"Bugün neden 50 sene önce, Bressonʼun çektiği fotoğraflara hala imrenerek bakıyoruz?" Aradan bunca zaman geçmesine rağmen, "Bu işler neden klasikleşmiş?", "Bressonla diğerleri arasındaki fark nedir ki?", "Biri ilk onda ya da ürettiği işlerle klasikleşmişken... diğerleri için bu durum söz konusu olmuyor? "Galiba biraz daha düşünmek... biraz daha kendimizi soyutlayıp, bugüne dışarıdan bakıp... öyle işler yapmamız gerekiyor.

- Tarz olarak başkaları adına konuşmaktan kaçındığın için mi genellikle senin düşüncelerini konuşuyoruz? NAR Photosʼun genel tutumu hakkında bize net bir şey söyleyemeyecek misin? Ne bileyim, içimizden biri manifestomuza bağıl bir konuyu seçer, diğerleri bu konuyu hiç sorgulamaksızın kabul mu ederler gibi... Nedir Nar Photos'un bu süreçteki genel tutumu?

- Şimdi... dönem dönem insanlar... ben böyle... böyle bir iş yapmak istiyorum, diyerek düşüncelerinin tebliğ ediyorlar. Ve soruyorlar "Siz ne düşünüyorsunuz?" Hatta konunun başlangıcında eldeki fotoğraflara da bakıyoruz. Fakat özel olarak konunun üzerinde kimsenin müdahalesi olmuyor. Herkes aklından geçenleri söylüyor. Her işi beraber yapacağız... konuları birlikte seçeceğiz... gibi özel bir durum söz konusu değil.

- Bir beyin fırtınası yapılıyor yani?

- Proje yapmak için bir konuyu ele almaya başlayınca bazen olayın çok içinde olduğun için bazı şeyleri göremeyebiliyorsunuz. Bir arada bulunmanın en büyük avantajı fotoğrafları sürekli olarak birbirimize gösterebiliyor olmamız... Fotoğrafçılık çok egosantrik bir iş... Ben yaptım oldu tutumundan kaçınıyoruz ve daha çok paylaşıyoruz. Paylaşma olayı da aslında insanı oldukça geliştiren bir şey... Bir yerlerimizi törpüleyip, hassasiyet göstermeye her şeyimizi paylaşmaya başlıyoruz. Kontakları bile paylaşmaya başladık. Bu da gözlemlediğim kadarıyla bizleri geliştiren bir tutum oldu. Onun dışında çok genellersek, insanlar proje seçimlerinde bir takım konu başlıkları düşünüp buna katkıda bulunabiliyor. Şu olabilir... şu da eklenebilir... gibi teklif ve önerilerde bulunulabiliyor.

- NAR Photosʼun dijital teknolojiyle arası nasıl? İşlerinizi nasıl fotoğraflamayı tercih ediyorsunuz?

- Öyle çok haz etmiyoruz dijital fotoğraftan... Hemen hepimizin dijital makineleri var. Ben kendi projelerimi dijital makineyle asla çekmiyorum. Herhalde çekmeyeceğim de... Dijitale karşı bir ön yargım var. Her geçen günde güçlenen bir şey...

Bir ara yanımda sürekli olarak dijital makine taşıyordum. Bir süre sonra şunu fark ettim. Dijitalle çekip, üzerine kafamı yorduğum herhangi bir şeyi sevmiyorum ben... normal bir makine ile çekim yaparken fotoğrafla duygusal bir bağ kuruyorum. O filmi çekme anından tut ta, prosedürün sonuna kadar süren bir bağdır bu benimkisi... Belirli bir süreç geçiyor... iş üzerinde bir emek harcıyorsunuz. İşin içinde üstüne üstlük bir merak duygusu var. Bu benim için, işin bir parçası olan ve fotoğrafçıyı besleyen bir şey...

Dijitalde böyle bir şey yok. Bazı durumlarda dijital kullanıyoruz. Çok acil bir şey çekip siteye gireceğimiz oluyor. Örneğin 1 Mayıs gibi bariz bir olay... Bu tür durumlarda dijital kullanmayı tercih ediyoruz. Fakat, şu anda kişisel projesinde dijital kullanan kimse yok. Genel olarak ajansta böyle ortak bir tepki var.

- NAR Photos dışarıdan gelecek katılımlara sıcak bakan bir ajans mı? Ne gibi kriterler arıyorsunuz?

- Öncelikle şunu açıklayayım. Söyleyeceklerimin anlaşılması daha kolay olsun. Ajansın şöyle bir yapısı var: Burada her boku biz yapmak zorundayız. Tuvaletin temizliğinden... yerlerin silinmesine, web sayfasına iş girilmesine tut... fotoğrafların arşive katılmasına... proje üretmekten, çekim yapılmasına kadar...

Burada 8-9 kişi aynı anda oluyor ve burada bir iş üretiliyor. Biz, burada çok tanımadığımız, samimi olmadığımız, belli bir süreç yaşamadığımız insanlarla birlikte olmak, bir takım sorunlar doğurabilir diye düşünüyoruz.

Bu tabi ki, dışarıya tamamen kapalı olduğumuz anlamına gelmiyor. Buraya gelenlere her şeyimiz açık... Elimizde birtakım imkanlar var. Makinelerimiz, bilgisayarlarımız ve tarama aletimiz var. Bunları herkesle paylaşabiliriz. Onun dışında ajansa katılacaklarla ancak belli bir mesai geçirdikten sonra çalışıp, çalışmayacağımıza karar verebiliriz.

En önemli etkenlerden bir diğeri de, siyasi olarak hayata başka bir noktadan bakan birisiyle burada ortaklaşa bir iş yapmak mümkün gibi gözükmüyor. Diğer arkadaşlar ne der bilmiyorum, ama ben burada milliyetçi bir adamla ortak bir iş yapamam... aynı yerde çalışamam. Aslında bu benim için ilk kriter, bunun dışında fotoğrafik olarak bu işi yapmakta direnen insanlarla birlikte çalışmak istiyoruz. Buradaki 10 kişi de bu konuda direniyor. Kimsenin sürekli bir işi yok. Herkes freelance çalışıyor. Zaman zaman parasız kalıyor. Bütün bunlara rağmen hiçbir yere angaje olmamaya çalışıyoruz. Bunu kötü anlamda söylemiyorum ama fotoğraf dışında başka bir iş yapan, yarı amatör ya da amatör insanlarla da burada birlikte olmak istemiyoruz.

Burası en nihayetinde bir iş yeri, daha doğrusu bir kooperatif... Buraya bir emek harcıyoruz... zaman harcıyoruz... Buraya gelecek insanların da bu harcanan yoğun emeğe bir şekilde dahil olması gerekiyor. Bir yerde bir iş ortaklığı yapacağız...

- Anladığım, birlikte yaşarken aralarında problem yaşamayacak insanların bir araya gelmiş olması doğal olarak öncelikli bir şart...

- Evet... Ha! Tamam... Çok iyi fotoğrafçıdır. Çok iyi işler yapıyordur. Çok para kazanıyordur. Bunlar çok belirleyici değil... Burası klasik bir iş yeri değil, burada başımızda durup; "bu işe sen git, diğer işe de sen" deyip bizleri yönlendiren birisi yok. Dediğim gibi yeri geldiğinde tuvaletin temizliğini dahi yapıyor insanlar... O yüzden süreç içerisinde anlaşabileceğimiz, iş üretebileceğimiz insanlarla beraber olmak isteriz. Bu seçicilik... ama bu mantık böyle olmak zorunda... Şu an içimize kapalı değiliz. Ama bazı teknik problemlerimiz de var, dediğim gibi... Biz 6 ay internet sayfamızı yapmakla uğraştık.

Daha yeni yeni arşiv işlerimiz yoluna giriyor. Şu an burada keşke... 20 fotoğrafçı... 50 fotoğrafçı olsa... ama şimdilik teknik ve sayısal olarak böyle bir şeye imkan yok. Şu an ajansta iki bilgisayar var... Üçüncü bir kişi geldiğinde kullanılacak diğer bir bilgisayar dahi yok.

- Bu söylediklerin şu an ki durumla ilgili... bu dönem atlatılıp olanaklar geliştiğinde?..

- Tabi, tabi elimize geçen her parayla malzeme alıyoruz. Buraya yatırım yapıyoruz. Bunlar zaman içinde genişlememize imkan sağlayacak, ama önceden söylediğim bazı kriterler de her zaman göz önünde bulundurulacak...

- Yıllardır fotoğrafla ilgili her ortamda... -ki buna akademilerin birçoğu da dahil- belgesel fotoğrafın... haber fotoğrafının... maddi getiri sağlamadığı, dolayısıyla da materyalist bir beklenti dahilinde üretilmesinin anlamsız olduğu konuşuldu. Nar Photosʼun bu husustaki görüşleri nedir? Yoksa bu söylenenler doğru mu?

- İki dünya savaşı arasında, insanların yaşadığı bir yükseliş dönemi var. Özellikle II.Dünya savaşından sonra 70ʼlere, 75ʼlere kadar gelen bir dönem vardır. Bu süreçte bütün sanat dallarında, yapılan bütün işlerde belli bir işlevsellik oluştu. Sanatta, edebiyatta ya da toplumsal anlamda birtakım dinamikler vardı. Çünkü insanların çok üst seviyede olduğu bir süreçti. Burada üretilen işler birtakım şeylerin yolunu açtı.

İki-üç tane fotoğraf bir anda Vietnam savaşının gidiş hattını değiştirdi. Tabi aslında bunun ardında ciddi bir toplumsal muhalefet vardır. Bu sadece fotoğrafla olmadı yazıyla da oldu... çiziyle oldu. Bunu etkileyen birçok başka faktör vardı. 

Fakat şu anda böyle bir dinamik yok! İnsanlık, şu anda orta çağdan da karanlık bir dönem yaşıyor. O kadar duyarsızlaştık... apolitikleştik ki... Kapitalizm kendi insan tipin yarattı galiba... Kapitalist insan zihniyeti dediğimiz bir model var. Diğer taraftan bizim varmak istediğimiz... ya da sahip olduğumuz sosyalist modelin bir misyonu maalesef yok! Hani varsa bile... bu iki sistem arasında gidip gelmek... hatta daha çok kapitalizm içerisinde var olmak... böyle yaşamak zorundayız.

Tüm bunlara rağmen işleri abartarak aşırı derecede değerli hale getirmek... ya da yok saymak... yapılmaması gerektiğini söylemek... bana çok mantıklı gelmiyor. Koca bir ömür geçiriyoruz. 60-70 sene gibi uzun bir süreç... hani sürecin sonunda yaptığımız işlerden belki bir bok olmayacak. Bir yere dokunmayacak. Ama bu ilerisi için... tüm bunları yapmaya asla değmeyeceğini göstermiyor.

Gelecekte açıp ta tarihe baktığında 2000-2070 yılları arasını; insanların zulüm yaşadıkları bir tür orta çağ olarak adlandırıcaklar... Belki de bu durum tarihte sadece iki satır olarak ya da küçük bir paragraf olarak yer alacak...

Biraz daha somutlayarak... genelleme yaparak bakmak gerekiyor düşüncesindeyim. Yapılan işler doğru yapıldığı sürece her daim yararlıdır diye düşünüyorum. Bugün bunu bir pratiğe dökebiliyorsak... politikasını üretebiliyorsak... tamam bu oldukça idealist bir şey... ama ileride yaptıklarımızdan ötürü çok mutlu olacağız. Fakat maalesef bizler gibi düşünen pek fazla insan da yok! Olmadığı için pes edip, bu üretimleri yapmamak ta çok manalı bir şey değil... bu pes etmek olurdu.

- Ülkemizde belgesel fotoğrafın geçmişini nasıl değerlendiriyorsun? Bu tarzda iş üreten bir belgesel fotoğrafçı olarak mutlaka bir yorumun vardır?

- Ben hiç anlayamadım... dünyada başka hiçbir yerde fotoğraf amatörleri fotoğraf üzerinde bizim ülkemizdeki kadar söz sahibi olmamıştır. Akademileri bir kenara koyarsak... Türkiyeʼdeki fotoğraf üretimini, ortamını, yapılan işlerin şeklini belirleyen bazı kişi ve kurumlar var. Bunlar da amatörler, dernekler ve yarı gezi – yarı fotoğraf kurumları... Bir şekilde arkadan gelen, fotoğrafa yeni başlayanlar... yani insanlar... doğru fotoğrafın bahsettiğim kişi ve kurumlar tarafından empoze edilen şey olduğunu zannediyorlar.

- Bu söylediklerini duydukça, ben senin var olan belgesel fotoğraf geçmişini yok saydığını anlıyorum. Bu tespitim doğru mu?

- Bu ülkede bir fotoğraf geleneğinden bahsetmek mümkün mü? Ben bugüne kadar yapılanları değerli bulmakla birlikte, işlevsiz olduklarını düşünüyorum. İyi işler üretmiş fotoğrafçılar var. Fakat, bunlar belirli bir düzeyde kalmışlar. Tabi ki insanların emeğine asla saygısızlık etmek istemiyorum. Bir gerçek var ki, bunların yeniden yapılanması, başka bir çehreye büründürülmesi gerekiyor. Burada iş bize de düşüyor.

İş burada da bitmiyor. Ben fotoğrafımı çektim. Hem de en kralını çektim oldu bitti... Böyle bir şey yok! İFSAKʼta amatör fotoğraf çeken adam da fotoğraflarını kendi arşivinde tutuyor. En kral toplumsal belgeci işi yapan adamda kendi arşivinde tutuyorsa, işte tam bu noktada bir problem vardır. Maalesef bu sistem içerisinde fotoğrafların gündeme getirilmesi için gerekli olan mecraları bizim yaratmamız gerekiyor. Sürekli kafamızın içinde dönüp dolaşan, ajanstakiler ile birbirimize sorup, araştırdığımız şey bu... Bir şekilde bunu biz yapacağız. Çünkü Aydın Doğan ya da başka bir 'medya patronu': Alın kardeşim; sizin işleriniz için mecralar yarattık... İşte size işlerinizi yayımlayacağınız gazeteler, dergiler... falan demeyecek.

İşte bu mecralardan birisi 'internet', ama internet tek başına sokaktaki adamın ulaşabileceği bir şey değil. Sokaktaki adama bu fotoğrafları ulaştıracak daha doğrudan ortamlar yaratmalıyız. Mesela Bangladeşʼde bundan 25 sene önce kurulmuş 'Drik' diye bir fotoğraf ajansı var... Doğuyu medenileşme konusunda pek kail almayız ya!, Bangladeş de bu konuda kale alacağımız son ülkedir. 'Chobi Mela' diye uluslararası niteliği olan bir festival düzenliyorlar... Bu festival sürecinde sokak sergileri yapıyorlar...

Bu sene bizden Özcan gitti. Sokakta, kriket sahasında ya da riksolar (çek-çek arabaları) etrafında adamlar sergiler kuruyorlar ve orada yaşayan 5-10 bin kişi geziyor. Adamlar bir kriket sahasına sergi açmışlar 25 bin kişi gezmiş... Bu sadece bir örnek... o zaman işleri sunma biçimimizi yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Bu tipte modelleri incelememiz gerekiyor.

Bir iş yapıyorsak... proje üretiyorsak... İstiklal Caddesinin üzerindeki sergi salonlarında değil de, belki de Taksim Gezi Parkı'nda bu işlerin sergilerini açmalıyız. Belki barit kağıtlara değil de, adi fotokopi kağıtlara fotoğraf çıkışları alarak fotoğrafları elden dağıtmak gibi bir şeyler yapmalıyız...

Bunu yapabilmek içinde örgütlü bir yapı olması gerekiyor. Bu tür organizasyonlar senin... benim tek başıma yapabileceğimiz organizasyonlar değil...

Bir de ülke gerçeği var. Bugün en kral fotoğraf albümünü çıkardın... "Peki kim satın alacak?" ya da "kaç kişi alacak?" En iyi sergi salonunda sergi açsan, Allah aşkına! "Kaç kişi gezecek?" Sen... ben... bizim oğlan... Sen benim yaptığım işten haberdar olacaksın... ben de senin... Biz bu işleri birbirimize göstermek için yapmıyoruz. Dediğim gibi bu yüzden örgütlü bir yapı şart...

- Biz GFG olarak, T.C.ʼde... Türkiyeʼde... ülkemizde... bu konuda bazı çevreler öküzün altında buzağı arıyorlar, diye lafımı böyle uzatıyorum. Kusura bakma... ekol olduğuna inanmıyoruz. Gördüğüm kadarıyla sende bizimle aynı fikirdesin. Bunun oluşması için öncelikli olarak mecralar yaratılmalı ve amatörlerin tekelinden fotoğraf kurtarılmalı diyorsun? Bunun haricinde ekleyebileceğin somut başka neler var?

- Bu işlerle uğraşan fotoğrafçıların egolarını bir kenara koymaları gerektiğini ilave edebilirim. Çok rahat öz-eleştiri yapabilmeliler... İşlerini daha çok insanla paylaşmalılar... Belki de bunu programlı olarak yapmalılar... Fakat en önemlisi bu işi örgütlü yapmaları gerekiyor. Örneğin biz burada bahsettiğim örgütlü yapıyı oluşturduk. Burasının dışında 4-5, hatta 10 tane daha fotoğraf ajansı olabilir. Bunun gerçekleşmesinin önünde hiçbir engel yok. Bizim gibi düşünmeyen, fotoğrafa başka bir açı ile bakan belirli seviyenin üzerindeki fotoğrafçılar bir araya gelip bir ajans ya da başka türlü bir örgütlenme oluşturabilirler. Benim şahsen buna da itirazım yok. Doğruyu bulabilmemiz için çeşitliliğin artmasında fayda var.

Ancak toplu halde hareket edildiğinde bir gelenek oluşturmak mümkün. Birey olarak, ben yahut ta NAR Photos tek başına bir gelenek oluşturamayız. Türkiye fotoğrafı üzerine böyle bir şey söylemem mümkün değil... Biz siyasi olarak ta duruşu üç aşağı beş yukarı bir ajans olarak, doğrularımız üzerinden giderek işler üretip, bunları değerlendirecek mecralar oluşturmaya çalışıyoruz. Zaten bizde tek başımıza kalkıp bugün fotoğraf dernekleri gibi; doğru fotoğraf budur... sunulacak doğru mecra şudur... bunu... şunu yapmalısınız, diyecek olursak, bizde eleştirdiğimiz dernekler gibi bir yaptırım uygulamaya çalışırız ki, bu da gelenek oluşturmamızı sağlamaz.

Keşke tüm fotoğrafçıların örgütlendiği bir sendika olsa, aslında varda ne kadar sendika?, Çağdaş Gazeteciler falan var... bu kurumların yaptıkları işlerde ortada... Bunlara benzer ama bağımsız, başka yere angaje olmayan yeni yapılar oluşsa da, bunlar aracılığıyla gelenek oluşturmak için platformlar hazırlanabilse... bu iş ancak böyle olur. Başka türlü olmaz.

- Sahip olduğun deneyimlerden yola çıkarak, bu işlere yeni başlayanlara, kendini geliştirmek isteyenlere nelere dikkat etmelerini tavsiye edersin? Mesela neyin peşinde olsunlar?

- Ben fotoğrafa başlamadan önce uzun bir süre rehberlik yaptım. Askerden geldiğimde ne iş yapacağımı bilmiyordum. Hasbelkader fotoğraf çekiyordum. Bunlar iğrenç gezi fotoğraflarıydı. Hadi dedim, dergilerle biraz bağlantılarım var, bunları satayım da üç-beş kuruş para gelsin... Hiç hayatımı fotoğrafçılık üzerine kurgulamamıştım. Bilirsiniz insanlar büyük bir hevesle, şevkle fotoğrafa başlarlar... bu şevkte zaman içerisinde kırılır. Bende bunun tam tersi oldu. Benim için işler kötü gidiyor olmasına rağmen, ben inat ettim. Parasız kaldıkça borç alıp daha çok fotoğraf çektim. Olaya daha çok sarıldım. Daha çok iş üretmeye başladım.

Çektiğim fotoğrafları karanlık odada banyo ederken inanılmaz bir haz alıyordum. Hala da alıyorum. Başka hiçbir şeyden bu kadar keyif almıyorum. Bu peşi sıra bir tür asosyalliği de peşi sıra getiriyor. Çünkü fotoğrafın dışında başka hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Fotoğraf konuşmaktan kastım makineler, malzemeler değil... Küçük bir çevrem ve az sayıda arkadaşlarım var. Bu aslında bir yerde idiotluk ama beni bir o kadar da besleyen bir şey ki…

Kısacası, bu işi içselleştirmek çok önemli; fotoğraf kişinin hayatında bu denli önemli bir şeyse, o vakit fotoğrafa tam gaz devam...

Yorumlar