ÇEVİRİ: FOTOĞRAFÇILIK VE HİKAYE ANLATIMI FARKLI ŞEYLERDİR


Kullandığınız medyumun ruhunu anlamak, sizi bu konuda daha iyi hale getirecek. 

Photo by Josh S. Rose, 2018


Bir fotoğrafçı olarak, bana bir hikaye anlatmam gerektiğini söylediklerinde insanların neden bahsettiklerini biliyorum –izleyicide hayal gücünü harekete geçiren bir şey yaratmaktan bahsediyorlar, tıpkı bir hikayeye dair duyguların sizi heyecanlandırabildiği gibi– ancak kitap, film, çizgi roman, TV programı, radyo şovu, podcast serileri v.b güncel hikaye anlatımı ortamlarının tümünün gerçekten de altını üstüne getirdiğinizde, hikaye anlatmanın pekte bir fotoğrafçının rolü ya da fotoğrafçılığın amacı olmadığını fark edersiniz. 

Fotoğrafın nelere kadir olduğunu irdelemeden önce, en basit şekliyle bir hikayenin bileşenlerine göz atalım... 

Karakter 

Arife tarife gerek yok –bunlar bir hikayede yer alan insanlardır: kahraman, kötü adam, en iyi arkadaş, romantik olarak ilgi duyulan kişi, bir enayi, anne, hayalet, konuşan bir bebek. 

Nesneler 

Bir ortamı gerçek yapan günlük hayatımızdaki sıradan şeyler: mükemmelce yerleştirilmiş kağıt destesinin yanına yine mükemmelce yerleştirilmiş bir kalem, bilgisayarın arkasından salınan asma dallarına benzer kordonlar, devrilmiş kahve fincanı, dolgun başparmaklar ve kirli bir klavye. Nesneler etrafınızdaki bir sahneyi betimleyen ama aynı zamanda kendilerinden daha da büyük şeyleri sembolize edebilen şeylerdir. 

Ortam ve Düzenlemeler 

Etrafınızdaki duyuları oluşturan yarı somut şeyler: gökyüzündeki gri ve alçak bulutlar, esintinin ürpertisi, günün son ışıkları, bir sokak satıcısının tezgahından gelen sosisli sandviç ve pastırma kokusu, uçakta hiç durmadan zırlayan bebek. Bunların hepsi de beni yeryüzünde aşina olduğum ya da yabancısı olduğum bir yere yerleştiren çevresel hususlardır. 

Anlar 

Eli yanlışlıkla metrodaki bir yabancının eline dokunur. Aceleyle çiğnemeden yutulan ağız dolusu patates kızartması. Aslında başkasına gönderilmek istenen bir SMS. Arı sokması. Anlar, hayatın sürekli ortaya çıkan küçük cilveleridir. Hikaye anlatıcısı, bir hikaye örgüsü yaratmak için bunlardan hangilerini kullanacağını itinayla ayıklar ve öyküsünü oluşturmak için birini ya da bazılarını seçer. 

Şartlar 

Savaş zamanı, 1941. Hayır, savaş zamanı 2099! Denizaltıdayız, yeryüzünde yaşayan son insanlarız, bir şarküteri işletiyoruz, maratonlarda koşuyoruz (ama tek bacaklıyız), bitmeye yüz tutmuş olan bir evliliği yaşıyoruz, hayata dair yaşadığı kafa karışıklıkları sebebiyle terapiye gitmekte olan bir mafya lideriyiz. Şartlar, duyularımdan dolayı bildiklerimin ötesindeki bir takım şeylerdir, ancak duyularım hakkındaki hislerimi etkileyen bilgilere dönüşürler. 

Sahneler 

Hikayeyi oluşturan anlar ve diyaloglar. Akşam yemeğinde gerçekleşen bir ayrılık, birkaç an'ı içerecektir: bağırma, sessizlikler, öfke, üzüntü, vb. Hepsini bir araya getirin ve işte tam teşekküllü bir ayrılık sahnesine sahipsiniz. Fakat bu halen bir hikaye değildir. En azından şimdilik... Bir sahne izleyici olarak içine dahil olacağımızdan ötürü fotoğrafçı açısından oldukça önemlidir. Çünkü fotoğrafçı sahneyi kafasının içinde öngörebilir. –ve fotoğraf çekimini buna göre yönlendirir– fakat buna rağmen tekil bir görüntüde hikayenin sadece küçük bir kısmını fotoğraflar... 

Eylemler 

Yeterli sayıda sahneyi bir araya getirin, bunları karakter, nesne, an ve çeşitli bağlamlarla doldurun, sonrada iyi bir şekilde düzenleyin. –Yoo! hayır, bu halen bir hikaye değil– ama kesinlikle bir eyleme erişmişinizdir. Bu eylemlerin hepsi hikaye anlatıcılığının kullanışlı parçalarına dönüştürülebilir– gerginliğin yaratılması, dramatik duraklama, ikincil (yan) hikaye ve umarım hepsine bir miktar da çözüm. 

Ya da belki hepsi bir rüyaydı. 

Süreci nasıl çözümlemeyi seçerseniz seçin, eylemler bir araya gelerek bir hikaye oluşturur. Evet, hikaye tüm bunların bir araya gelmesidir. 

Konular (Temalar) 

Macbeth, iktidar arayışıyla ilgili bir trajedidir. Kazablanka ise karşılıksız aşkla... Bunlar çeşitli konulardır. Nesne ve sahnelerin olağan özelliklerinden çok farklı anlamlara dönüşürler. –süre gelen çok daha büyük bir şeyin, son derece basitleştirilmiş özetleridir. 

O Zaman Bir Fotoğraf Nedir? 

Tamam, böylelikle “hikaye” hakkında epeyce konuşmuş olduk. Açık bir şekilde görüldüğü üzere bir hikayenin, bir fotoğrafın ifade edebileceğinden çok daha fazlasına –yani zaman içinde cereyan edenler– kadir olduğunu görmek son derece kolay. Ancak bir fotoğraf aslında bu cümlenin peşi sıra tanımlananların birçoğunu içerebilir: bir karakter (portre), bir nesne (natürmort), çevre ve ortam (manzara). Kelimenin tam anlamıyla bir şeylerin yansıması üzerinde yükselebilir, sahneyi ve hatta konuyu izleyiciye nakletmeye başlayabilir. Ayrıca, sanatçı ustalığıyla çekilmiş bir fotoğraf, izleyicinin kendini bir hikayeye kaptırdığında hissettiği birçok duyguyu ortaya çıkarır. Ancak fotoğraf, hem gerginliğin yaratılmasını hem de olası çözümünü bir araya getiremediğinden, bir hikayenin tamamını anlatamaz. Bütün bir yolculuğun hikayesini aktaramaz. Bir karakter fotoğrafta inanılmaz şekilde tasvir edilebilirken, tekil kareyle tamamen başka bir kavrama dönüştürülemez veya ideolojik olarak değiştirilemez. 

Yine de ben harika bir fotoğrafta bunu yapabileceğimize inanıyorum. 

O zaman bir fotoğraf nedir? 

Bir An 

Bir fotoğrafın muhteşem şekilde yapabileceği şeylerden biri de anı yakalamaktır. Ve “an” pekte basit bir şey değildir. Bir an’ın içinde insanlığa dair derin bir kesit, hatta tarihin ta kendisi de var olabilir. Örneğin bu fotoğrafı ele alalım: 

Pulitzer Ödüllü Bill Clinton fotoğrafı, J. Scott Applewhite tarafından çekildi. 

Bu fotoğrafın ardındaki hikayeyi biliyor musunuz? Sadakatsizlik, kibir ve yalanlara dair entrika ve skandallardan sadece birisi... Herkesi, evlilik dışı ilişkisi olan ve bu ilişkinin sonuçlarını Beyaz Saray'ın meşhuuur! amblemli halısının altına süpüremeyen bir başkanı içerir. Hikayenin başlangıcı, ortası ve bir sonu vardır. Kendince de olaya bir çözüm bulur –ancak müspet ya da menfi sonuçlanabileceği bir an vardı ve biz bunu gerçekten bilmiyorduk. Bu efsanevi! adam, bulunduğu yüksek mertebeden Shakespearvari bir tarzda düşebilirdi. İşte yaşanan bu büyük dramanın en kritik bir sahnesi de, Beyaz Saray'ın bahçesinde başkanın tüm dünyaya görevden alınma soruşturması hakkında bilgi vereceği konuşmaydı. Bu fotoğraf Rose Garden'daki konuşmadan sadece birkaç saniye önce çekildi. Tam da zamanında... 

Ancak bu hikayenin tamamı değil. 

Fotoğraf bir anı yakalar. Cartier-Bresson bunu başarmanın ne kadar zor olduğunu ima ederken, bu kavramı “belirleyici an” olarak adlandırdı - Saniyenin tamı tamına bir kesri, sanki içinde daha özel bir durumun duygusal ağırlığını barındırır görünüyor. 

Bir fotoğrafı bu şekilde düşünmeyi özgürleştirici buluyorum –Ayrıca bu bir anda yakalanabilecek olandan daha fazlasını başarmaya çalışmak için ek bir baskı oluşturmaz. Üstelik, ‘an’ akıl almazdır. Bir an köklü değişimlere sebep olabilir. İyi bir fotoğraf katışıksız bir hikayenin becerebileceğinden ötesini gerçekleştirebilir– Anında izleyiciye erişebilir. Ya tamamen dışımıza ya da içimize gömdüğümüz derin bir yere... 

Bir Sahne 

Şu an çektiğiniz şey buysa, bunu sizin nasıl çekim yaptığınıza dair bir sahne olarak düşünmekten hoşlanıyorum. Çünkü onu hangi ışıkla aydınlatmaya karar verdiğiniz, kadrajladığınız, fotoğrafta yer alanlara nasıl bir rol atfettiğiniz, onları nasıl yönettiğiniz, seçtiğiniz ve objektifinizi doğrultuğunuz… işte bütün bu etkenlerin hepsi sizin sahnenizi oluşturur. Ve bütün bunlar karşımızdaki görüntü hakkında nasıl hissettiğimize doğrudan etki eder. 

Photo by rawpixel on Unsplash

Bir fotoğrafta birçok farklı hikaye anlatımı unsuru devreye girer. –karakterler (bu çift), çevre (bu restoran) ve nesneler (tabaklar, bardaklar vb.) gibi. Bütün bunlar benim bir sahneyi gözümün önüne getirebilmem için yeterli bilgiyi oluşturur. Fakat yine de bunun nasıl cereyan ettiğini hayal etmeliyim. İşte fotoğrafçının görüntü üzerinde muazzam bir etkisi olmaya başladığı nokta tam da burasıdır. Çünkü fotoğrafçı bu kareye ne kadar fazla veri eklerse, bende ortamda neler olup bittiğine dair o kadar çok ipucu bulurum. Ve bu öğeler ne kadar sanatsal olarak ele alınırsa, son görüntünün potansiyeli de o denli yüksek ve çağrıştırıcı olacaktır. 

Örneğin, bu akşam yemeği sahnesine ele alalım: 

Fotoğraf Gregory Crewdson’a aittir.

Yukarıdaki fotoğraf Gregory Crewdson'a ait ve bir sanatçının tasvir ettiği sahnede yer alan duyguları ne denli etkileyebileceğini bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Her şey çok önemli –ışıklandırma, cast, nesneler, hepsi ama... hepsi... Bu yüzden de sahneyi fotoğrafın nasıl olduğuna dair düşünmeyi seviyorum. Elbette masaya kurulu bir sofra çekeceksiniz. Ama nasıl? Sahne, fotoğrafçının sanatını icra ettiği bir oyun sahasıdır. Ve bu duyguları iletmenin oldukça etkili bir yolu olsa da, halen bir hikaye değildir. Crewdson’un fotoğrafındaki konuların garip bir biçimde yan yana gelişlerinden ve dramatik icraatlardan dolayı ortaya çıkan soruların cevabını asla öğrenemeyiz. Bu durumun, sanatçının umursadığı bir şey olup olmadığı da belli değildir. Burada boşlukları bizim doldurmamız gerekiyor –Görselin bağlamından daha güçlü olduğu Başkan Clinton'un Applewhite fotoğrafının tam tersine, Crewdson’un görüntüleri ortada bir bağlam olmaksızın duygusal anlamda eşit derecede inanılmaz yerlere erişir. 

Bağlam Herşeydir 

Ve hikaye anlatıcılığı ile fotoğrafçılığı karşı karşıya getiren mevzu da budur. – hikayelerde, yazar bize bağlamı doğrudan verir. Fotoğrafçılıkta ise fotoğrafçı tarihin ya da hayal gücünüzün aracılığıyla bunu kendi başınıza keşfetmenizi sağlar. 

Geleneksel bir hikaye anlatıcısı olarak, gözlemlediğim şeyler hakkındaki hislerimi yönlendirebilmek adına, bu görsel serüven boyunca bana daha zengin bağlamlar vererek (ya da açığa çıkararak) bir yolculuğa çıkartmanızı bekliyorum. Ancak bir fotoğrafçı olarak böylesi geniş imkanlara sahip olamazsınız. Bu nedenle izleyicinin duygularını etkileme gücünüz, an ve sahnelerinizdeki duygusal bileşenleri anlama kabiliyetinizin ardında saklıdır. Belki bir jest, bir ışık hüzmesi, gölge veya ifade aracılığıyla küçük ipuçları bırakırsınız. Yetkin bir fotoğrafçı bir ortamda bulunan her türlü şeyi ustaca kullanmayı öğrenir. Ancak bunlar yıllarlar boyu süren eğitim sonunda mükemmelleşen fırça darbeleri gibidir. Bir yazarın işi kadar zordur. Öyle değil mi? Fotoğrafçılık farklı bir sanat, ama her yanıyla ayrı bir güzel. 

Nihayetinde, bir fotoğrafçı sizi tıpkı bir hikayecinin alıp götüreceğine benzer bir yere götürebilir. Ele alınan konu her ikisinde derinden hissedilir. Ancak varış noktanız tanıdık gelse de, oraya erişirken takip edilen yollar birbirinden farklıdır.

Gölge Fanzin, Sayı:20, Yaz '19