ELEŞTİRİ: BAOBAB YOLU

© Okan Bayulgen

03 Mayıs 2006 - 28 Mayıs tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisinde sergilenen, 'Baobab Yolu' sergisi Okan Bayülgen ve Zekai Demir'in imzalarını taşıyordu. Sergiyle ilgili olarak basın ve yayın organlarında yer alan haber ve yazılarda serginin temel maksadının, Madagaskar'ın eşsiz güzelliğini gözler önüne sermek olduğu altı çizilerek vurgulanmaktaydı. Projenin sergileme süreci boyunca bölgeye ait müzikler izleyicilere eşlik etti. Sergilenen bazı fotoğraflardan hazırlanan kartpostallar ve 'Baobab Yolu' albümü fotoğraf severlere satıldı.

Tema

Eleştiri yazımda, Baobab Yolunun temasını ve bu projenin ele alınış şeklini çözümlerken, Okan Bayülgen ve Zekai Demir'in basına verdiği demeçlerdeki ifadelerini kullanmayı naçizane uygun gördüm. İlk olarak Bayülgen'in ifadelerini gündeme getireceğim. Kendi adına Bayülgen bu serginin maksadını basına verdiği şu demeçle ifade etmiş: "Madagaskar'da çektiğimiz son derece doğal görüntüler... 10 gün uğraştık bu görüntüler için... Burada Madagaskar'ın doğal güzelliğini tanıtmak istedim." Hadisin oradan!.. 

Öncelikle, bu fotoğraflar adı bilindik bir tekstil firmasının talebi üzerine gerçekleştirilen bir katalog çekimin set aralarında çekilen fotoğraflardan oluşmuş. Düzeltiyorum. Hatta sergide yer alan bazı fotoğraflar, çekimin ta! kendisinden ibaret. Okan'ın deyişiyle 10 gün uğraşmışlar bu görüntüler için... Vay! Vay! Tamı tamına 10 gün uğraşmışlar. Kısacası sizlerin anlayacağı bu iş öyle eni konu düşünülmüş, çalışılmış falan değil. Hepi topu 3-4 planda, molalarda çekilen fotoğraflardan oluşuyor Boabab Yolu... Demir zaten kendisi, Cosmopolitan Dergisinin internet sitesinin Ünlüler! (Destur Bismillah!) bölümünde söylemiş olduğu üzere, Bayülgen'in Madagaskar'a giderken kafasında sergi mergi falan yok. Demir'in ağzından çıkan şu cümle bu iddiamın en büyük kanıtı. "Okan'ı sergi açmaya ikna etmem gerçekten zor oldu. "4 Mayıs 2006 - http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=154641) Aldığım istihbaratlar sayesinde aslında bu serginin cin fikirli Demir'den çıktığı kuvvetle ihtimal. Anlaşılan hakkını yememeksizin, memleketimizin önemli fotoğraf laboratuvarlarından birinin sahibi olmak Demir'e yetmiş olacak ki, Bayülgen'i kafalayarak şöhret treninde kendine bir rezervasyon yaptırmış. Başarılı da olmuş, baksanıza Cosmopolitan'ın ünlüler bölümünde kendiyle röportaj bile yapılmış. Büyüksün Zekai Baba!

Kıssadan hisse şu ki, Bayülgen ve Demir bir zamanların meşhur deyişindeki gibi "5 dakkada Beşiktaş" hesabı bir sergi yapıvermişler. Bu deyimin Beşiktaş'ın bir dönemler Fenerbahçe'ye karşı ezici bir üstünlük sağladığı dönemde ortaya çıktığını bilmeyenlere hatırlatayım. Sanırım bu anlayışın bir ürünü olarak da, sergiyi Beşiktaş'a çok yakın bir noktada yer alan Dolmabahçe Sarayı Sanat Galerisinde açmayı tercih etmişler.

Serginin adında yer alan Baobab ağacı hakkındaki nefis bir efsane elinizde olanlarla yetinmediğiniz takdirde başınıza neler gelebileceğini anlatır,

Bu efsaneye göre, Baobab yeryüzündeki bilinen ilk ağaçmış. Ondan sonra bilinen 2. ağaçsa, narin ve zarif palmiye ağacı. Baobab palmiyeyi gördüğünde tanrıya daha da uzun olmak istediğini haykırmış. Alev ağacı (Avustralya'da yaşayan bir tür ağaç) kırmızı renkteki eşsiz çiçekleriyle belirdiğinde, bu sefer Baobab, ağacın çiçeklerini kıskanmış. Onun gibi çiçeklere sahip olmak istemiş. Boabab muhteşem incir ağacını gördüğünde bu sefer meyveler için tanrıya dua etmiş. Tanrı sonunda tatminsiz ağacı tuttuğu gibi kökünden söküvermiş, ardından sesini kesmesi için baş aşağı bir şekilde yeryüzüne ekmiş. Aslında bu efsane, benim Bayülgen ve Demir'e demek isteyip de söyleyemediklerime bir güzel tercüman oluyor ki anlatamam. Bundan ötürüdür ki lafı fazla uzatmıyorum. Ne demişler: "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az..."

Sergi Mekanı

Sergi mekanına söyleyecek söz bulamıyorum. Her türlü sergiye gayet uygun bir mekan. Baskılar büyük olmasına rağmen, tıklım tıkış bir görüntü ortaya çıkmamış. O denli büyük baskılara izleyicinin sağlıklı bir biçimde bakması için salon yeterli ölçülere sahip. Birde üç kuruş daha fazla yatırım yaparak 'day-light ışık' kullanarak önemli bbir detayı atlamasalar, sanat galerisi değil mabedi olacak.

Bu konuda değinmek istediğim ufak tefek gibi görünen ama önemli bir nokta var Bayülgen, Elif Korap'a bir röportaj vermiş. Bakalım sergi salonu için neler konuşmuşlar. Korap sormuş; "Dolmabahçe'de sergi açabilmenizde Okan Bayülgen olmanızın etkisi yüzde kaç?" Okan'dan cevap gelmiş. "Hmmm..." (kısa ama sonsuzluk gibi hisettiren bir sessizlik) Ardından Korap bir soru daha sormuş. "Peki iyi fotoğrafçı olmanızın etkisi yüzde kaç?" Okan yine cevaplamış. "Biz bu konuda raporluyuz. Zekai'de ben de fotoğraflarımızı kurula sunduk. Hatta Ara Güler'in fotoğrafların belli bir değer taşıdığı ve sergilenebilir olduğuyla ilgili bir raporu var. Milli Saraylar Daire Başkanlığı, Okan Bayülgen deyince bu sergiyi açmadı. Böyle bir şey yapılması bizimde hoşumuza gitti. Ben de ismimi kullanmış gibi olmak istemem. İsmimin tabii ki etkisi vardır. Ama daha çok gazetelerin bu fotoğraflara iltifat etmesinde..."

Not: Sema Denker röportajında da benzer ifadeler var. Onay verenler kervanına birde Tahsin Aydoğmuş'un adı eklenmiş.

"Adaletin her daim karşısında yenik düşeceği yegane şey, şöhrettir."

Bayülgen'in açık yüreklilikle ima ettiği ya da 'hımm'ladığı biçimde, günümüzde prestijli sergi salonlarında fotoğrafçıların işlerini sergileme şansı bulabilmeleri için o ya da bu şekilde isimlerini duyurmuş olmaları gerekli. (Yanlış anlaşılmasın. Fotoğrafçı olarak değil başka şekillerde... Bkz: Orhan Pamuk Balkon Sergisi - Yapı Kredi Kültür Sanat - 2019) Bu da demek oluyor ki, biz fotoğrafçıların işlerinin niteliğinden ziyade, adımızın sanımızın duyulmuş olması daha etkili. Baksanıza, Bayülgen tasdiklenme öykülerine dem vururken ne diyor. "Ara Güler'den rapor aldık." Popüler bir isim, bir başka popüler ismin adını vererek basitçe durumunu düze çıkarıyor.

Baskılar

Serginin baskı kalitesi hakkında söylenecek söz yok. Fotoğraflar, Diagonal Fotoğraf Laboratuvarlarında basılmış. Keskinliğiyle, renk doygunluğuyla gayet başarılı baskılar olmuşlar. Bu noktada Diagonal'i ve de dolayısıyla Zekai Demir'i kutlamak gerek.

Dijital - Mijital Meselesi

Dikkatimi çeken bir hususta sergi girişinde yer alan manifestodaki 'triptronik' yaklaşım oldu. Efendim neymiş: 

"Fotoğraf zaten oluşmuş bitmiştir, yeniden oluşum sürecine girmez. Geri dönüşü olmayanı, şu ya da bu teknikle, dijital teknolojinin sunduğu olanaklarla kurtarmaya ya da güzelleştirmeye çalışmanın fotoğrafla alakası yoktur. İyi bir fotoğrafçı, fotoğrafına sonradan bir şeyleri sokup çıkarmak, çirkin bulduğu ayrıntıları temizlemeye çalışmak, görüntüsünü koymak gibi ihtiyaçları olmayan adamdır."

Upps! Her şeyi dört dörtlük yapan bu adamlar birde işin etiğiyle ilgili de düşünmüşler. İyi hoşta, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?..

Yahu Okan, Allah aşkına senin çeşitli dergilere çektiğin ya da firmalara yaptığın kataloglardaki fotoğrafların kaçta kaçında manipülasyon yok.

Tamam... programına konuklar çağır, ağızlarına lafları tıka. Talk-show değil, one man-show yap! Fakat, Demir ile bir olup, bilmediğin sularda bu stil yüzme be kardeşim... bacağınıza kramp girer vallahi billahi boğulursunuz. Bırakın herkes işini yapsın. (Sanırım Bayülgen çağrımı duymuş olacak ki bir daha da sergi yapmadı.)

Sonuç

Tabi ki, asla maksadım kimsenin hakkını yemek değil. Sergiye dolaylı da olsa dahil olan takdirlik kısımları atlayacak değilim. Sergiye ait fotoğrafların ve sergileme esnasında kullanılan müziklerin yer aldığı bir CD ve kitap, geliri Eğitim Gönüllüleri Vakfına bağışlanmak üzere satışa sunulmuştu ki, bu saygıdeğer bir jesttir. Malumumuz camiamızdaki birçok fotoğrafçı sayısız sergi yapar, albüm çıkarırken, bunların arasından sadece sayıları bir elin parmaklarından ibaret olanları bu tür eğilimler sergiliyorlar. Bu bağlamda samimiyetleri her ne denli meçhul olursa olsun, Bayülgen ve Demir'in hakkını teslim etmek boynumun borcudur.

Bu sergi hakkında yorumlarıma son verirken, hani bir gün gelip de bu satırları yazacağım aklımdan dahi geçmezdi desem yalan olmaz.

"Okan... Zekai!. Uçurdum sizi..."

Mayıs-2006

Yorumlar