ELEŞTİRİ: MAGNUM GÖZÜYLE TÜRKİYE


PAOLO PELLEGRIN. Türkiyeli kayıp analarının, gösterileri yasa dışı kabul edilmeden önce gerçekleşen, 150. Cumartesi buluşması, Galatasaray, İstanbul, 1998.

İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi, 17 Şubat - 20 Mayıs 2007 tarihleri arasında gerçekleştirilen "Magnum Fotoğrafları ile Türkiye" adlı sergisiyle, dünyanın en önemli fotoğraf ajanslarından birisi olan Magnum Photos’un 60. kuruluş yıl dönümünü kutladı.

Magnum Photos’un ülkemizde gerçekleşen ilk sergisi olmasıyla da son derece büyük bir önem taşıyan "Magnum Fotoğrafları ile Türkiye", aralarında Robert Capa ve Gilles Peress gibi fotoğraf sanatının efsane isimlerini de barındıran dünya çapında tanınmış fotoğrafçılarının seçme yapıtlarını bir araya getirdi. 

Eş-küratörlüğünü Engin Özendes ve Diane Dufour’un yaptığı sergi, Magnum Koleksiyonunun 60 yıllık tarihinden özenle seçilmiş yapıtlar aracılığıyla, özellikle 20. yüzyılın çarpıcı bir resmini gözlerimizin önüne serdiği iddiasını taşıyordu.

Üç bölümden oluşan serginin ilk bölümü, İstanbul Modern’in Geçici Sergi Salonunun tamamını kapsamaktaydı.

"Magnum Fotoğrafları ile Türkiye" başlığı doğrultusunda, bu bölümde Magnum’un 16 fotoğrafçısının Türkiye fotoğrafları’na yer verilmişti.

Bu seçkide, Robert Capa, Erich Lessing, Costa Manos, Harry Gruyaert, Gilles Peress, Leonard Freed, Abbas, Alex Webb, Nikos Economopoulos, Gueorgui Pinkhassov, Bruno Barbey, Jim Goldberg, Antoine d’Agata, Paolo Pellegrin, Martin Parr ve *Ara Güler’in toplam 205 fotoğrafı yer almaktaydı.

İstanbul Modern Müzesinin resmi internet sitesinden iddia edildiğine göre sergi, Magnum fotoğrafçılarının özgün bakış açısından, sıra dışı ve şiirsel!!! bir Türkiye portresi sunuyordu.

Serginin bu bölümü ile ilgili birincil eleştirim, 'nicelik' hakkında... Bir sergide muhakkak ideal sayıda fotoğraf sergilenmeli… Tamam bu bir retrospektif için farklı, bir karma sergi için farklı olabilir. Lakin işin ucu kaçtığı takdirde söz konusu sergi, Magnum Photos’un da olsa izleyicinin kondisyonu bu kadar çok fotoğrafa bakmak, onları algılamak ve yorumlamak için yetersiz kalacaktır. Kimse bana “ama dünyadaki uygulamalar?!...” demesin. "Bu durumun dünya ile… münya ile… bir alakası yok! Bu insani bir durum. İnsanoğlunun mevcut algılama ve kavrama donanım ve kapasitesiyle ilgili..."

Düşünün ki; bu sergiye dair eleştirisi yazacağım diye, ince eleyip sık dokumaya hazırken dahi beni oldukça yordu. Öyle ki sergiyle ilgili hakkaniyetli bir eleştiri yazmak istediğimden, ikinci kez İstanbul Modern Müzesine gitmeyi kendime farz bildim.

Sergiye dair tüm tespit ve eleştirilerim fotoğraflarla ilgili olacak değil... Örneğin İstanbul Modern’in Geçici Sergi Salonun’da yangın detektörleri mevcut. Fakaaat!.. sprinkler yangın söndürme sistemi maalesef yok.

Bu eksikliği gözlemleyince, emin olabilmek için bizzat bir görevliye bu durumu sordum. Eee!.. kıllandılar tabi ki… Düşünün elemanın teki gelmiş, millet duvarlardaki fotoğraflara bakarlarken, o tavana bakıyor! Başladı mı sana “Amalar! Mamalar!..” Yangın durumunda söndürme tüpleri varmış.

Oldu... gözlerim doldu!.. Belki de bu tutumuma “Amman!.. amma çok vesvese yapıyorsun.” diyenler çıkacaktır. O vakit onlara birkaç yıl önce yoğun önlemler altında korunan Mona Lisa’nın bıçaklı bir delinin saldırısına uğradığını hatırlatırım. Hadi bakalım buradan yak!.. Dur dur yakma!.. Yangın çıkarsa söndürme sistemi yok dedik be adam… Birileri kalksa, manyağın teki elinde bıçakla, bir resme saldıracak dese ben, “Ne o, o manyak sen misin? diye sorarım sormasına ama… Vallahi oldu böylesi bir şey... Şimdi, sizce La Gioconda’ya bir delinin saldırmasıyla, İstanbul Modern’de yangın çıkıp, orada yer alan eserlerin yanması riskini rasyonel anlamda mukayese etsek… Acaba sizin tercihiniz hangisinden yana olurdu? Şahsen yangın olasılığını ben daha yüksek buluyorum. Güzide bir müze olma yolunda ilerleyen İstanbul Modern'in bu sıkıntıya en kısa sürede çözüm bulacağına inanıyorum.

Fakat, emin olun, esas önemli hususa geldiğimde bunların hepsi anlamını yitiriyordu.

Peki, neydi bu husus? 60 yıl boyunca ülkemize gelen Magnum fotoğrafçıları sürekli olarak, memleketim insanını bıyıklı, kasketli adamlardan ve primitif yaşam formlarından ibaret görmüşlerdi. Tabi ki iki kişi dışında, şimdi onların hakkını yemek olmaz… Bunlar Gilles Peress ve Leonard Freed idi. Bu iki Magnum fotoğrafçısının çalışmaları bir dönem üzerine yoğunlaşmaktaydı. Bizim 'Almancılar' dediğimiz vatandaşlarımızın, daha iyi yaşam koşulları vaat edilen Almanya’ya işçi açığını kapatmak maksadıyla gidişleri ile ilgili serüvenlerini fotoğraflamışlardı. 'O' dönem durumlar tam olarak ta 'O'ydu. Ve bu manada bir eleştiriyi, bu iki fotoğrafçıya yöneltmek yersizdi. Ki yöneltmiyorum.

Gerçi minareyi çalan bu durum için kılıfını çoktan hazırlamıştı. Eş küratörlerden biri olan Diane Dufour sergi için, on altı fotoğrafçının 60 yıl boyunca, ülkedeki deneyimlerinden ve bireysel duyarlıklarından beslenen derlemede, dünyanın her yerinden gelen bu fotoğrafçıların kendi egzotizmlerini de beraberlerinde getirdiklerine değinerek, "Ne var ki, bu yabancılık onların Türkiyeyi algılama biçimlerini ne onaylar ne de geçersiz kılar; olsa olsa bakışlarına, yeni bir deneyim alanı sayesinde oluşan bir keskinlik katar. Her durumda, fotoğrafçıların çoğu Türkiye'de kişisel tutkularının peşine düşmüştür. Uç uca yerleştirilen bu fotoğraflar, on altı 'iç dünya' ölçeğinde bir Türkiye sunmaktadır" demişti. Bu ifade resmen, ajansın sergideki 'görsel bütünün ortaya koyacağı sonucu üslenmemesi' anlamına geliyordu. Ve de geldi efendim!

Ben anlamayanlara bu cümleleri kendi üslubumca hemen şöyle tercüme edeyim. “Vallahi fotoğrafçı arkadaşlar kafalarına göre takılmışlar. Bana bunları derle-topla bir araya getir bakim dediler. Ortaya böyle bir Türkiye çıktı. Benim de, ajansın da bu durumla ilgili bir kusuru yok. Shish kebap şok güzel... raki şok küsel... yine gelecek ben...”

Ama kardeşim! Benim medeniliği sakalını... bıyığını kesmek sanan, İngiliz kaşığı ile Amerikan b*ku yemeğe meraklı insanım için bu da müstahaktır hani... Adam sana kasıtlı olarak, “Sen busun…” diyor. Sende bunun sergisini açıp, alkış tutuyorsun. Hiç kimse akıl edip sormuyor. “Bu ülke burada görülen fotoğraflardan mı ibaret?”, “Bir ülkede 60 yılda hiçbir şey değişmez mi?, “HBC*’nin Galata’daki, Kamondo Merdivenlerinde çektiği, dönemin modern kıyafetlerine bürünmüş, kadın ve erkeklerin bulunduğu fotoğraftaki Türkiye fotoğrafı… Hatta neden hiç, H.B.C fotoğrafı yok?”, “Alelade açık kompozisyonlardan oluşan muğlak bir yığın kare, nasıl olur da Türkiyeyi anlatır? vs... vs...

Gelelim, D’agata denen niyeti tartışmaya açık Magnum Fotoğrafçısına… 26 fotoğrafının!!! bir araya gelerek, oluşturduğu enstelasyon (ben böyle demeyi uygun gördüm) tek kelimeyle rezillik…

Dünyada hızla yayılan “Müslümanlık” karşıtı düşünce trendinin ince bir ürünü!.. 'Pornografi' ile 'Kökten- Dincilik' anlayışını aynı metafor kefesine koyup, hesapta ironiyle yermek, 'zıpırlıktan' ve 'sansasyon arayışından' başka bir şey değil!.. D’agata, hesapta kuramını ele aldığı metnini bence gitsin birde valide hanıma okutsun!.. Bakalım hanımefendi ne diyecek?

D’agata, Magnum efsanesinin günümüz koşullarına nasılda yenik düştüğünün, yaşamak için ne bok yiyeceğini bilemediğinin 'canlı' bir kanıtıdır. Gerçi Magnum Photos, Martin Paar**’ın ajansa alınışıyla zaten cızlamı çekmişti! Ağlayanı da yoktu.

Bu zihniyet yüzünden, eminim ki, ajansın kurucuları olan Capa, Seymour ve H.C.Bresson tabutlarında, rövaşata atıyorlardır.

Oysa Bresson, zamanında Magnum’un bir ajans olarak niteliği adına nasılda iddialı bir söylevde bulunmuştu, değil mi?.. “Magnum bir düşünce kulübü, paylaşılan bir insani görüş, dünyada olup bitene dair karşı konulmaz bir merak, bu olup bitene gösterilen bir saygı ve görsel olarak onu kaydetme arzusudur.”

Birde, D’agata’nın rezilliğini insanlar o bölümün eşiğine gelip de, iliğine kadar gördükten sonra o bidi... bidi... yazılmış uyarı yazısının ne faydası olacağı sorusunu, sergiyi hazırlayanlar kendilerine sormalılar kanaatindeyim.

Serginin ikinci bölümünü, İstanbul Modern Fotoğraf Galerisinde yer alan 'Magnum Photos Tarihi' oluşturdu. 1947 yılında kurulan Magnum Photos’un 60. yıldönümü olması dolayısıyla galeride, Magnum’un dünya fotoğraf literatürüne mal olmuş yapıtları (80 civarı), ajansın tarihini de yansıtan metinlerle birlikte sergilendi. Serginin bu kısmını genel olarak oldukça 'BAŞARILI' bulduğumu 'kalın” ve 'büyük' harflerle üstüne basa basa vurgulamalıyım.

Gerçi bu kısımda da dikkatli gözlerden kaçmayan 1-2 sorun söz konusuydu.

Örneğin; yönlendirme olmadığı için, iki adet giriş-çıkış noktasına sahip olan mekana, yanlış tarafından girdiğinizde kronolojik sırayı sonundan takip etmek durumunda kalıyordunuz. Benim gibi tarihsel süreci başından başlayıp, sonuna doğru takip etmek isteyenlerde bu konuda kaçınılmaz olarak rahatsızlık duydular. Bu konuda basit bir sinyalizasyon sorunu rahatlıkla çözebilirdi. Dileyen kronolojiyi baştan sona, dileyen sondan başa kendi tercihine bağlı olarak takip edebilirdi.

Ajansla ilgili tarihsel sürecin aktarıldığı metinler ile ilgili 1 ufak yazım hatası adeta nazar boncuğu kabilindendi.

Hata, 57–58 yılları ile ilgili kısımda, Elliot Erwitt’in Amerikan Holiday Dergisi için, Rus Devriminin 40. yıl dönümünü haber yapmaya gittiğinde, Kızıl Ordu’nun kıtalar arası balistik füzelerini nasıl fotoğrafladığını anlatan bölümdeydi. 'Kızıl Ordu' olarak yazılması gerekli yer, 'Kzıl Ordu' biçiminde yazılmıştı.

Magnum’da yer alan, yer almayı sürdüren fotoğrafçılardan oluşan künye; içerdiği spektaküler isimlerle oldukça etkileyiciyken, diğer taraftan ajanstan ayrılan James Nachtwey, Sebastiao Salgado, Gilles Peress, gibi isimlerde düşündürücü oldu.

Adı geçen fotoğrafçıları yakından takip edenlerin, onların yaptıkları ve yapmayı sürdürdükleri işleri ve yaşamdaki duruşlarını göz önünde bulundurarak, 'neden?' ajanstan ayrıldıklarına dair fikir üretmeleri isabetli olabilir.

Bilgi sahibi olmayanlar için durumu biraz netleştirecek olursam, gerçeklikten çıkarımlar yaparak, fotoğrafa bakan izleyiciye ortam hakkında bir fikir edinmesini, sorguda bulunmasını tutum edinmiş olan, Gilles Peress’in, National Geographic için Latin Amerika’da, Simon Bolivar’ın izlerini araştırdığı uzun süreli çalışma, fotoğrafların derginin kalıplarına sığmaması sonucu yayınlanmamış ve bu olay Magnum ajansı içinde bir tartışmayı başlatarak, Peress’in Magnum’dan ayrılmasına yol açmıştır.

Ronald Reagan’a düzenlenen suikastı fotoğraflayarak o dönemde büyük kriz yaşayan ajansın paçayı kurtarmasına vesile olan Salgado, gerek düşünsel gerekse tuhaf ve hakkaniyet sorgulatan mali açmazlar nedeniyle, Magnum’dan ayrılmış ve kendi yoluna gitmiştir. Nachtwey’e gelince… O ise 6 arkadaşıyla birlikte Seven’ı kurmuştur. 'Savaş Karşıtı bir Fotoğrafçı' olarak kariyerini saygın biçimde sürdürmektedir. Zaten Magnum Photos'un açlık, göç ve savaşlardan beslenmesinden kendisine gına gelen bir fotoğrafçıya başka sıfatta yakışmazdı. Ajanstan sızan haberlere göre, temelde ayrılıkların 'mirasa yapılan hakaret nedeniyle' adı geçen fotoğrafçılar için kaçınılmaz olduğu yönündedir.

Üçüncü bölüm ise, galerilerin dışında kalan bölümlerde yer alan kişisel mikro-retrospektiflerin, video gösterilerinden oluşuyordu. 'Magnum Gözü ile Türkiye' bölümünde yer alan fotoğrafçıların diğer çalışmalarına odaklanan bölümde toplam 16 adet plazmada, sanatçıların kariyerlerinin en önemli projelerinden seçkiler izlenebiliyordu.

Bu bölümü, Türk fotoğraf severleri için ufak çaplı bir devrim olarak değerlendirmemin, hiçte yanlış olmayacağı kanaatindeyim. Belki bu işlere Magnum’un resmi sitesine girip, 'magnuminmotion' kısmından ulaşabiliriz. Fakat, bu fotoğrafçılarla ilk olarak, Türkiye fotoğrafları vesilesi ile tanışan, karşılaşan izleyiciler için bir hayal kırıklığı olacaktı. Hatta ve hatta genel takdir, “Bu ne be?.. Ne var ki, bunları bende çekerim yahu!” biçiminde olacaktı. Belki de bunu hisseden yetkililer, fotoğrafçıların başyapıtlarından seçkileri plazmalarda izleyiciye sunarak, durumu kurtarmışlar.

Son olarak hemen hemen her iki plazmanın ortasına yerleştirilen oturma üniteleri ve izleme kalitesini olumlu etkileyecek bir biçimde ortamın loş oluşu bu kısmın önemli bazı artılarını oluşturdular.

*Ara GÜLER bir Magnum Photos fotoğrafçısı değil, hiçbir zaman da olmadı. Ajansın sitesindeki fotoğrafçılar bölümüne bakıldığında da adının listede yer almadığı görülür. Magnum Photos, Ara Güler’in işlerini dünyaya servis edip pazarladı.

**Cartier-Bresson Martin Parr için "Topluma nihilistik bir açıyla bakan, başka bir gezengenden gelen biri" demiştir.

Serginin bazı fotoğraflarına ilgililer İstanbul Modern'in aşağıdaki bağlantısı aracılığıyla ulaşabilirler.


Eleştirinin yayımı sonrasında sosyal mecralarda bir takım tartışmalar söz konusu oldu. Temel olarak son aday adayı Sabiha Çimen'e odaklanan eleştiriler ve Magnum Photos'un günümüzdeki durumuna dair hazırladığım podcast bölümünü aşağıdaki bağlantıya tıklayarak dinleyebilirsiniz.


Aşağıda yer alan diğer bağlantıda Magnum'a dair İngilizce bir metni barındırıyor. Aslında yayımlanan bu yazı efsanevi ajansın nereden nereye geldiğinin güzel bir özeti... Metnin çevirisini çok yakında yine buradan yayımlayacağım. İlgililere duyurulur! 


Türkçe Çevirisi için aşağıdaki bağlantıyı tıklayınız.


Podcast: MİRAT'IN PUSLU FOTOĞRAF ATLASI 

"Filler Tepişir, Çimenler Ezilir..."

📷📷📷 ÖNEMLİ: MAGNUM PHOTOS'UN DUYURUSU!📷📷📷
Magnum Photos via safecall ☎️🇹🇷 - 00 800 4488 20729

Yorumlar