HİBRİT: EDİTÖRÜN YORUMLARI

Aşağıdaki metni 2004 yılının ilkbaharında, Gölge Fanzin'in 3. sayısı için Türkçe'ye çevirmiştim. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de dijital teknolojinin yaygınlaşmaya başladığı o yıllarda kaleme alınan bu metin, Lens Work dergisinin editörlerinden Brooks Jensen'in dijital teknoloji ile haşır neşir olmaya başladığı ilk zamanlardaki deneyimlerine odaklanıyor. Aradan yaklaşık 17 yıl geçmiş... Dile kolay! 
Yazıyı güncellerken yazarının değindiği hususlara dair kişisel tecrübelerimi kısa notlar halinde metne ekledim. Maksadım, yaşadığım paralel deneyimleri gözden geçirmek ve ilgililerin bu sürece kendi yaşadıklarını hatırlayarak ortak olacakları bir zaman yolculuğu başlatmaktı. Buna bir tür 'nostaljik Z raporu' alımı demem de mümkün  - Cenk Mirat Pekcanattı

BİR YÖNTEM OLARAK ARAÇLAR

Hepimiz fotoğraf makinesindeki olası en ufak bir değişimin (optik, fotoğraf makinesinin türü, pozisyon, v.b.) sanatsal görüdeki farklılaşmanın müjdeleyicisi olabileceğini biliriz. Bir başka deyişle, fotoğraf çekerken kullanmayı tercih ettiğimiz aletlerin hepsi, dünyayı görme biçimimizi değiştirir. Fotoğrafçılar, başka hiçbir yerde, kullandıkları aletlerin yarattığı köklü değişiklikleri bu kadar net bir biçimde gözlemleyemez. – Tıpkı 35 mm’den teknik kameraya, teknik kameradan dijital bir kameraya geçişte ortaya çıkan durumda olduğu gibi...

Bunların ardından denemek ve ortaya çıkan teknolojiyle bağımı yitirmemek için şüpheyle bir dijital fotoğraf makinesi satın aldım. Uzun süreden beri Lens Work’u takip eden okuyucuların bildiği üzere, ekipmandan ziyade, fotoğrafla ilgili büyük mutabakatı ve kullandığımız aletlerin bize sağlayacağı sanatsal esnekliği daha ön planda tutarım. Benim için önemli olan, kullanılan aletin türü değil, kullanılan aletin yaratıcılığa ne kadar katkıda bulunduğudur. Bu kullandığım yeni alet sayesinde, "Daha da mı üreticiyim?", "Daha keşifçi?", "Daha maksatlı?", "İç görüme karşı daha samimi?", "Çevreye karşı daha duyarlı?" Bir fotoğraf makinesi koleksiyoncusu olmadığım kesin. Nitekim satın almış olduğum dijital fotoğraf makinesi, otuz yıllık fotoğraf mazimde sahip olduğum üçüncü fotoğraf makinesi... Bu öyle çok etkileyici bir şey olmasa da, sizinle paylaşmak adına enteresan olabileceğini düşündüm.

Biraz dijital fotoğraf makinemin neler yapabileceğini... aslında daha çok benim bu kamerayla olağandan farklı olarak neler yapabileceğimi görmek için dışarıya fotoğraf çekmeye çıktım. – demek istediğim dijital fotoğraf makinesinin beni nasıl değiştireceğini sınayabilmek için... Bu yazıda yer alan yorumlarım esasında dijital fotoğraf veya sıkıcı yandaş-muhalif tartışmalarıyla ilgili olmaktan ziyade, elimde yeni bir aletle etrafta oynarken yaratıcı yetimin bundan nasıl etkileneceğini görmekle ilgili... 

(Çevirmenin Notu: Kişisel fotoğraf çekimlerim için daima 35 mm formatını kullandım. Çünkü mevcut tüm formatları denedikten sonra kendimi ifade ederken en rahat ettiğim formatın bu olduğunu hissettim. Benim için en köklü ve büyük değişiklik 2000'lerin başında dijital teknolojiye geçmek oldu. Bu teknoloji uzunca bir süre beni format ve görsel kalite açısından tatmin etmedi. Fakat aradan geçen bunca yılın ardından günümüzde dijital teknoloji muazzam bir noktaya erişmiş durumda... Kaldı ki görüntü kalitesine dair gelişim yolculuğu halen sürüyor. [sürekli artan çözünürlükler, konkav sensör, v.b.]

Bazı konulara halen adapte olamadım. Filmi sarma ve deklanşöre basma anında elimin altında çalışan mekanik aksamın çıkarttığı sesler ve hissettiğim titreşim nostaljik bir hissiyat olarak halen baki... Fotoğrafçılık kariyerim boyunca bende 4 kere fotoğraf makinesi değiştirdim. Hatta son makinemi çok yakın bir zamanda geçtiğimiz yaz aylarında satın aldım.

Geçen süreçte anladım ki, ben makinenin ne büyüklüğü ne de işleviyle ilgileniyordum. Hele markası beni hiç mi hiç ırgalamıyordu. Nitekim geçmişten günümüze 3 farklı fotoğraf makinesi markasını tercih etmiştim. Ben daha ziyade duygusal belki de metafizik bir ilişki arıyordum.

Yukarıdaki satırlarda bahsettiğim film sarma ve deklanşör sesi bu ilişkinin işitsel yanını oluşturuyordu. İtiraf etmem gerekir ki; ilk makinemle kurduğum ilişki, onunla yakaladığım enerji kursağımda kaldı. Onu halen çok özlüyorum. Emin olun bu bir şaka değil.)  

ETRAFTA BİRAZ DAHA OYNAMAK...

Son on yıl içinde film kullanmak konusunda daha da tutucu oldum. Biliyorum ki, her yeni pozlamayla hatırı sayılır derecede meşakkatli bir dizi zaruri işlemi üstlenmekteyim. – film yıkamak, kontak almak, prova baskısı ve nihayetinde final baskısı... Bunca işlemden bahsederken daha negatifleri saklamak, düzenlemek, veri tabanı muhafazası ve dosyalamaktan bahsetmedim bile. Her bir pozlamanın bu tür çabaların ortaya çıkmasına sebep olduğunu bilmeme rağmen, bu sayede gitgide fotoğraflayacağım konuyu seçme konusunda titizleştiğimi fark ettim. Bazı yönleriyle bu iyi olabilir; önemsiz nesneler ve sıklıkla rastlanılan kompozisyonlar için çok fazla zaman yitirmiyorum. Diğer taraftan kendimi maceraperest olmak veya tamamıyla yeni bir takım fikirleri tecrübe etmek hususunda daha az istekli buluyorum. Tembel birisi değilim – pratik bir insan olduğumu düşünmeyi seviyorum.

Karanlık oda da harcayabileceğim zamanın sınırlı olduğunu biliyorum. Orada sarf edeceğim zamanı, kafamda birçoğunun verimsiz olduğu kanıtlanmış fikirlerle ortalıkta dolaşıp durmaktansa 'seri işler' üretmek için kullanmayı tercih ederim. Dijital fotoğraf makinemle oynamak gerçekten değişik bir tecrübeydi. Filmin – film yıkamanın – kontak almanın – test baskısı yapmanın olmadığı koşullarda psikolojik olarak kendimi; dijital makinemi kurcalamak, tecrübe kazanmak, yeni görüntüler ve görme biçimleri denemek için hür hisseder buldum. Bu bahsetmekte olduğum deneyimlerin çoğunun halen verimsiz tecrübeler olduğu doğrudur. Fakat, esas önemli olan husus bütün bunları yaparken sorumluluğumun bilgisayarımın monitöründeki bir görüntüye bakmaktan öteye gitmemesidir. – ortada bir işlem olmadan, film sarfiyatı olmaksızın, test baskısı olmadan – daha istekli ve maceracı hatta yaratıcı olabiliyorum. Bu görüntülerde hemen bazı yeni eğilim ve olanaklar fark etmiş olsam da, sanırım kendi kendime bu oyunu oynamaya kalkışmasam bütün bunların hiçbirisini keşfedemeyecektim.

(Ç.N: Karanlık odadan oldum olası hiç hoşlanmadım. Bu baskı yapamadığımdan dolayı değil, daha çok akışta olmak istememden ötürü. Hayatın akışında... Kontrol edilemez anlar bütününün içinde yolculuk etmek beni heyecanlandırıyor. Dijital teknolojinin bir getirisi olan aydınlık oda süreci beni daha çok cezbediyor.

Dijital teknolojiye geçtikten sonra çekim süreciyle ilgili olarak maceraperest eğilimlerim olmadı. Benim için en bariz fark, 36 kareyle sınırlı kalmamanın getirdiği rahatlık ve özgürlük oldu. Çoklu çekimler ve bracketting  yaparak anı kaçırmama güdüm daha ön plana çıktı.) 

HAFİF HACİM

Ah!, siz şimdi önemli olan kaç tane negatifin çekildiği değil, ortaya kaç iyi fotoğrafın çıktığıdır diyeceksiniz. Söz konusu nihai fotoğraflar olduğunda, iş bir galeri ya da albüm için son sunuma geldiğinde bu durum kesinlikle doğrudur. Fotoğrafın yapım aşamasında ise bunun böyle olduğunu düşünmüyorum. İşin aslında, ben bunun tam tersini savunuyorum. Fazla sayıda fotoğraf çeken kişilerin az sayıda fotoğraf çekenlerden daha fazla sayıda iyi iş üreteceğine inanıyorum. Yaratıcılık ve psikoloji açısından şahsen bu nosyonda diretiyorum. Dehanın buyruk üzerinde mevcut olduğunu düşünmek istiyorum. Ama matematiksel olarak istatistiklerin inkar edilemeyeceğini de biliyorum. Pozlamalarını tarayan veya test için film pozlayanlar istatistiksel niceliğin avantajlarını biliyorlar. Plan film kullandığım zamanlar iyi geçen bir hafta 100 adet pozlanmış filmle neticeleniyor. Şayet orta format film kullanıyorsam, bu sefer iyi bir haftam 6x9cm formatta, 40 makara yani 320 pozlanmış kareyle sonlanıyor. Geçenlerde Kuzey Dakota’dan beş günlük bir çekimden geriye 1800 pozlanmış kareyle döndüm. Bu yolculuğa benimle gelen arkadaşım 4"x5’’lik teknik kamerasıyla yaptığı çekimde, 120 adet film pozladı. Bu belki de benim performansımdan daha iyi ya da tam tersi.- "Kim bilir?" Kesin olarak bildiğim bir şey varsa oda dijital kameranın gerçekten çalışma stilimi değiştirdiğidir.

(Ç.N: Yukarıda da bahsettiğim üzere aslında daha çok fotoğraf çekmeye başlamadım. Belki ortalama olarak aynı sayıda fotoğraf çekiyordum. Fakat bunları elde ederken daha fazla an zaptetme eğilimindeydim.)

SPONTANE AKIŞKANLIK

Teknik kamera ile çalışırken yavaş, metotlu ve dikkatlice çalışmaya meyilli oluyorum. Bu müthiş!... Çalışırken eğlendiğim ve başarılı olduğum bir teknik. Dijital fotoğraf makinesiyle çalışırken ise hızlı, spontane ve tepkisel olmaya eğilim gösterdiğimi hemen fark ettim. Teknik kamerayla çalışırken gözüm bir şeylere takılıyor. Onu etüt ediyor, etrafında dolanıyor, fotoğrafın bitmiş halini gözümde canlandırıyor, kadrajlıyor ve uzunca bir süre ne yapıp yapmayacağımı düşünüyorum. Dijital kamerayla çalışırken gözüme bir şey çarptığındaysa üzerine fazla düşünmeksizin, sezgisel bir tepkimeyle onu tekrar tekrar fotoğraflıyorum. Belli başlı teknik sorunlardan önce çözümlenmesi gereken bu yaklaşım tarzları, değişik birtakım fotoğrafların ortaya çıkmasına sebep oldu. Belki diğerlerinden daha iyi değildiler ama bariz farklılıklara sahiptiler. Bu yeni alet görme biçimimi değiştirdi.

(Ç.N: Dijital teknolojinin benim görme biçimimi değiştirmesi söz konusu olmadı. [Sanırım bunun en önemli sebepleri; benim old school oluşum ve idolüm olan fotoğrafçıların işlerine olan sevgim ve inancımdı. Bu geleneği yaşatmak istedim. Dikiz aynası fotoğrafları bana göre değildi.] Fakat dijital teknolojinin genel fotoğraf kültürünü değiştirdiğini kesinkes kabul ediyorum. Özellikle vasatın üzerine çıkmayan o kadar çok sayıda fotoğraf türedi ki, iyi fotoğraf standartını asimile ettiler. Günümüzde birçok vasat fotoğraf iyi addedilebiliyor.)

AÇIK ALAN TESTLERİ

1990’da teknik kameram için bir Polaroid arkalık (back) edindim. Reklam fotoğrafçılarının ısrarla kullandıkları bu aleti açık alanda denemek konusu beni endişelendiriyordu. Polaroid testler fotoğraf çekimlerinde acil ve anlık referans verileri sağlıyordu. O zamana kadar test yapabilmek için yegâne olanağım, fotoğraf çekimi bitip, film yıkandıktan sonra karanlık odada aldığım testlerdi. Polaroid malzemeleri kullanmak bana fotoğraf makinemi doğrulttuğum nesne hakkında anlık referans verileri sağlarken aynı anda görüntüde son bir değişiklik yapabilme imkanını da tanıdı. Yaratıcılık açısından bu işlem kolaylaştırıcı ve verimli diğer yandan lojistik açıdan savruk ve pahalıydı. Polaroid atıklarıyla uğraşmak başa bela oluyor. Polaroidlerimi korumak için kullandığım sülfat arındırma banyosuyla uğraşmak anlamsız ve pratik dışı. Ve şimdi edindiğim dijital fotoğraf makinesi sayesinde, alan referans verilerini hem atık üretmeden hem de görece daha masrafsızca yapabiliyorum. Bir fotoğrafı çektikten sonra her ne kadar küçücük bir ekranda da olsa, iki boyutlu olarak anında görmek, görme biçimimi etkiledi. Şu ana kadar denememiş olsam da, açık araziye bir diz üstü bilgisayarı getirebileceğimi düşündüm.

'HAVA DURUMU" ya da DİĞER bir DEYİŞLE FOTOĞRAF ÇEKEMEMEK

Bu sonbaharın başında bir grup arkadaşımla beraber Washington'da bulunan Olympic Yarımadasındaki yağmur ormanlarını fotoğraflamaya gittik. 4"x5"lik kameralarla çalışan ve sırt çantaları yedek magazin, spot metre gibi ekipmanlarla dolu arkadaşlarımın hepsi rüzgar ve yağmurda fotoğraf çekme işlemini zor ve elverişsiz buldular. Bir teknik kamerayı çekime hazır etmek hayli zaman alıyordu. Rüzgarlı ve yağmurlu ortamda bu hayli yorucu bir işlemdi. Tüm bunların aksine ben yoğun yağışların kesildiği anlarda arabadan atlayıp bir sonraki yaygara kopana kadar tripoda yerleştirdiğim dijital kameramla bir düzine fotoğraf çekiyordum. İdeal koşullardan oldukça uzak hava koşullarında da hızlıca çalışarak iyi işler çıkarabildim.

O gece kaldığımız yerde ateşin başında oturup günün fotografik işlerini birbirimizle mukayese ederken kaçınılmaz soruya cevap verme zamanı geldi çattı: "Bugün kaç plan film pozladın?" Arkadaşlardan biri 9 kare çekmişti. Diğeriyse 6 ve bir üçüncüsü 12... Ardından birisi bana kaç kare fotoğraf çektiğimi sordu. 283 kare cevabını verdiğimde bir arkadaşım hemen atıldı. “Evet, ama o oyuncak fotoğraf makinesiyle çektiğin görüntülerden tatminkar baskılar yapamayacaksın.”

Yolculuk öncesi dijital fotoğraf makinemle çektiğim görüntülerin dijital negatiflerini almış ve bu negatiflerden yaptığım test amaçlı gümüş jelatin baskıların bazılarını arkadaşlarla paylaşmak için yanımda getirmiştim. Ona 20,3cmx24,5cm kontak baskıları gösterdim. Bunu ilginç bir tartışma takip etti. Bu baskıları dikkatle inceledikten sonra, -tüm gözle görülür nedenlerden ötürü- teknik kamerayla çekilmiş aynı ebatlı negatiften basılmış kontak baskılar kadar iyi olduğuna karar verdik. Baskılar keskin, ince detaylı, düzgün tonlu ve kesinlikle dijital oynama yapılmamıştı. Fikren, dijital fotoğrafçılığın bir gün bildiğimiz film tabanlı fotoğrafçılıkla rekabet edeceğini tahmin etsem de, samimi olmam gerekirse bunun kadar erken olabileceğini tahmin etmiyordum.

Tüm coşkumla dümene geçebilmek için daha birçok araştırma yapmalı ve değişik konuları test etmeliyim. – Fakat ilk testlerimin sonuçları teşvik ediciydi. Ufak ebatlı olsalar da bu fotoğraf makinesiyle çekilmiş görüntülerden galeri kalitesinde baskılar yapabilmiştim.

DİJİTAL KARANLIK ODADAKİ GERÇEK ZAMANLI YARATICILIK

Zanaatımı geliştirmek ve zone sistemin inceliklerini öğrenebilmek 5 yılımı aldı. +4 pozlanmış bir filmi en iyi şekilde yıkamayı becerebildiğim gibi bazen zaruri olursa –5 pozlanmış bir filmi yıkarken de başarılıyım. İyi baskılar yapabiliyorum. Kontrastı değiştirilebilir kağıtlarla çalışırken en az çift banyolu sistemle çalışırken ki kadar rahatım. Kontrast maskeleri yapabiliyor, kafası tilt edilebilen agrandizörle fotoğraf basabiliyorum. Yüksek akütanslı film geliştiricileriyle çalışabiliyorum. Kendi gökkuşağımı yapabilecek kadar çok Kodak jelatin filtreye sahibim. Q-tip (kulak temizleme çubuğu) ile ağartmayı biliyor. Negatiflerimde aptek kullanıyorum. Kısacası 25 yıldır bu civarlarda atölye turlarındayım.

Ardından karşımıza Adobe Photoshop çıktı. Ansel Adams bize 9 bölgelik bir sistemi öğretmişken, Photoshop bize 256 basamaklık gri skala veriyordu. Noktasal (bölgesel) ton konusunda aşırı derecede iyi iken, 'healing brush' ile daha da iyiyim. Bu liste böylece devam edebilir. Daha da önemlisi keşfettim ki, Photoshop’taki baskı işlemlerini (demek istediğim görüntü iyileştirme işlemlerini) geleneksel karanlık odanın 'test ve tahmin' metotlarından daha zevkli buluyorum. Teknolojiden ziyade, yaratıcı sürecime odaklanmak adına bir görüntüyü bilgisayarın başında gerçek zamanlı olarak işlemek bana karanlık odadaki çetrefilli 'basma/işleme/analiz etme' sırasını takip etmekten daha farklı bir deneyim oluyor. Bilgisayarda yakma veya açma yapıyor. Kontrastı değiştiriyor. Ekrandaki görüntüye hemen heyecanlı ve duygusal reaksiyonlar verebiliyorum. Bunu karanlık odada yaşadığım entelektüel süreçten daha sezgisel ve tepkisel buluyorum.

Şüphesiz birçok kişi karalık odayı halen tercih ediyor. Bunun nedenleri mükemmel bir biçimde savunulabilir. Diğer yandan birçok kişi de bilgisayarı tercih ediyor. Bunun gerekçeleri de savunulabilir. Kimisi bilgisayardan nefret ediyor. Bu safta yer alanlar için tutumları savunulabilirden de öte! Analog ve dijital aletler yaratıcı seçimle ilgili birer etken... İyi baskılar analog ekipmanla yapılıyor... yapılmaya da devam edecek. Şu an rahatlıkla, iyi baskıların dijital aletlerle yapıldığını ve yapılabileceğini de söyleyebilirim. Dolayısıyla bu doğru ile yanlış arasındaki bir tür mücadele değil. Fakat, öğrenmeye başladığım üzere, dijital fotoğraf makinesi ve dijital karanlık odanın yaratıcı olasılıklarına karşı önyargılı olmamam için güçlü nedenler var.  Eski bir özdeyişin de hatırlattığı gibi, “Elinizdeki tek alet çekiçse, tüm dünya gözünüze çivi gibi görünür.”

(Ç.N: Yazarla hemfikirim.)

SONUÇLAR – EN AZINDAN DENEME NİTELİĞİNDE OLANLAR

Tekerlek icat edilmeden önce at arabasını hayal etmek gerçekten güç olurdu. Dil olmadan evvel, şiir hakkında düşünebilmek imkansızdı. Tıpkı zamanında 19. y.y. Dagerreyotipicilerinin 39,2cmx49cm gümüş jelatin baskılar hakkında düşünebilecekleri pek fazla bir şey olmadığı gibi... Benimde dijital görüntüler üretmenin ne gibi olasılıkları beraberinde getireceğine dair yeterince fikrim yok. Tüm yöntemlerde olduğu gibi bunda da seçip-seçmeme hakkınız var. Bir dijital fotoğraf makinesini kurcalamanın, dünyayla fotografik olarak yeni ilişkiler kurma imkanına göz atmamın ardından, dijital teknoloji ilerledikçe büyük mutabakat için daha tenkit edici olmak ve bunu bir yöntem olarak daha dikkatlice düşünmek zorunda olduğumu fark ettim. Bunu sadece teknolojik değişiklikten ötürü değil, meydan okuyucu ilginç görüntüler üzerinde çalışırken verdiğim reaksiyonların yanı sıra görme ve düşünme biçimimi etkileyiş biçiminden dolayı söylüyorum. 35 mm formatının, teknik kameradan daha farklı görmemizi ve görüntüleri fotoğraflamamızı sağladığı gibi, bir dijital fotoğraf makinesi de benim monorailimden (büyük formatlı bir fotoğraf makinesi türü) daha farklı görmemi ve fotoğraflamamı sağlıyor. Gelişmeleri izlemek eğlenceli olacak – Bu söylediklerimde herhangi özel bir ima yoktur.

Kaynak: LensWork, Sayı 51, Şubat – Mart ’04
Çeviri ve Notlar: Cenk Mirat Pekcanattı

Yorumlar