GÜNCE: BİR FOTOĞRAFÇININ GÜNLÜĞÜNDEN - 6

Geçenlerde Wilhelm Reich'ın "Cinsel Devrim" adlı kitabını okuyordum. "Gençlik Kuruluşlarında da Aynı Bastırma" adlı XII. Bölümde yer alan bir kısım, özellikle dikkatimi çekti. Bu kısım Mehnert'ın* kitabından alınmış bir ortaklaşmacı topluluk günlüğünden örnekti:

Wilhelm Reich' - Cinsel Devrim

"Yine sabah kahvaltısı yok. Akşam yemeği de. Bulaşık da yıkanmadı. Mutfak ve hamam temizlenmedi. Her yan bir parmak tozla kaplı. Kapı sürmelenmedi, iki yatak odasında da ışık sabaha kadar yanık kaldı. Fotoğraf meraklısı arkadaşımız, bütün kuralları çiğneyerek, sabahın ikisinde resim bastı. - 29 Ekim 1925"

Bu vesileyle bir kez daha anladım ki fotoğrafçılık garip bir tutku... Zaman, mekân, varlık-yokluk tanımadan etkisine alıyor insanı... Bir simyacı tutkusu sarıyor bu işle uğraşanı... Güncede yer alan bu üç-beş satırın etkisiyle o an'ı sanki bende yaşadım.

Sonra okula girdiğim ilk yıllardaki karanlıkoda maceralarım gözümün önüne geldi. Saatin oldukça geç olmasını bekler ve daha sonra banyoyu izole ederek, sabaha kadar nice sunturlu küfürle karışık kallavi bela okumalar eşliğinde baskı yapardım. Bazen kaptırdığımda transa geçtiğim rivayet olunsa da, karanlıkodadan oldum olası pek fazla hoşlanmam. Bundan ötürü de oportünist ve de pragmatist bir zat tavrıyla aydınlıkoda çağını sevgiyle kucaklayanlardan olmuşumdur.

Bir aydır pek sergi gezmeye vakit bulamıyorum. Bulduğum zamanlarda gittiğim birkaç sergide beni hiç tatmin etmedi. Üzerlerine konuşulacak uzun uzadıya bir şey yok. Yurdumun fotoğrafçıları sergilerini basit, belli bir format üzerine kurguluyorlar.

Öncelikle sergilerine kendilerince şekil bir isim koyuyorlar. Bu çoğu vakit trajikomik hallere sebebiyet veriyor. Örneğin: 'Objektif Fırça Film Tuval Olursa...' Not: İsim hayal mahsulüdür. Olurda daha önceden bu isim kullanılmışsa tamamen bir tesadüftür. Ayrıca bu isimde bir fotoğraf sergisi yapılması, suç duyurusunda bulunulmasını gerektirir. Bu olaya karışan kişiler fotoğraf polisine teslim edilmelidir.

Ardından ilgi çekici olduklarına inandıkları bir tema seçiyorlar. Yok olmaya yüz tutmuş bir meslek ya da tür, alternatif cinsel tercihlere sahip kişi ya da gruplar, sıra dışı bir yaşta sıra dışı bir şeylerle iştigal edenler, politik hassasiyete sahip kaşıntılı mevzular, protestolar, vs.

Sonrada 30-40 fotoğrafı dayayıp, ahanda! sergi diye izleyicilerin önüne koyuyorlar. Ya çok teknik ya da çok arabesk oluyorlar. Uzun zamandan beridir süregelen bu durum inşallah bir vakit kabuğunu kırarak değişim gösterecek.

Valide geçen gün beni harbiden koparttı. 70'lerden kalma, evin demirbaşı ceviz büfenin bir rafında uzun süredir, kuzinimin düğününde çekilmiş bir topluluk fotoğrafı duruyor. Dün birde baktım fotoğrafın formatında ciddi bir farklılık söz konusu... Formati bariz dikdörtgen fotoğraf, olmuş mu sana tam bir kare... İlk anda olayı çözemedim. Fotoğrafa biraz daha odaklanınca birde ne göreyim. Ailevi bazı meselelerden dolayı, bu toplu düğün fotoğrafından bir büyüğümüz makasla kesilip çıkartmış. Sonra da fotoğraf tekrardan montajlamış. Netice, bir çiçek ki... sormayın. Ağzımda aşağıdaki şarkının sözleri, en su katılmamış şekilde salona doğru seğirttim. Senin ki olayı anlamasa da, malını biliyor tabi ki...

"Beni hoyrat bir makasla

Ah eski bir fotoğraftan oydular

Orda kaldı yanağımın yarısı

Kendini boşlukla tamamlar

Ah omuzumda bir kesik el ki

Hala hala durmadan kanar"

Şarkı: Kavaklar - Söz: Metin Altıok - İcracı: Sezen Aksu

Anne, "Bu şarkıdaki hoyrat makası tutan el senin, serzenişte bulunan zat ise kıymetli falanca mı?" diye sordum.

Anında dellenerek, "Çok konuşma bakayım" dedi.

Eee! Anamı iyi tanırım. Bu kelamından sonra, öteyi zorlarsam vukuatın en bi' kralı çıkar. Bende hemencecik yan çizdim. Anekdottan geriye dudağımda muzip bir gülümseme kalırken, aklıma da bomba bir fikir geldi.

Adobe Photoshop CS5 Logo

Bu sıralar 12 Nisan'da Adobe'nin resmi internet sitesinden tanıtılacağı söylenen, Photoshop CS5 piyasaya sürülmezden evvel, yetkililere ciddi bir teklifimi içeren bir e-posta patlatmayı düşünüyorum. Teklifim açık ve net. Adamlara araç çubuğunuza, 'mum's cencor (ananın sansürü)' adlı yeni bir alet ekleyin diyeceğim. Bizim vakaya benzer vakalarda millet opaktı, negatifti tarasın ya da direkt dijital görüntüyü açsın. Bu aletle istenmeyen hısım-akraba fotoğraftan anında kaldırılsın.

Geçenlerde internet vesileyle mezun olduğum bölümde şu an birinci sınıf öğrencisi olan bir arkadaşın serzenişine rast geldim. Yazdığı metin noktasına virgülüne dokunmaksızın aynen şöyleydi.

"Bugün ders için karanlık odaya gittiğimizde Ergün Hoca bize arşivi düzenleyeceğimizi, eski işleri paspartularından ayırıp, düzenleyeceğimizi söylediğinde karşımıza 2000 tane siyah kartonlara yapıştırılmış fotoğraf bulacağımızı beklemiyorduk. Nerden bilebilirdik ki 1999'dan beri tüm öğrencilerin işleri olacağını?

Hep birlikte Pink Floyd eşliğinde imece şimdi hocamız bile olan Mustafa Bilge Satkın'ın, Emre İkizler'in fotoğraflarını özenle bantlardan ayırıp isimleri tekrar yazıp düzenleyebildiğimiz kadarını düzenledik.

Topluca ONLAR DA BİZDEN BİRİ... şeklindeki işlere gülüp gene birlikte Cenk Pekcanattı adlı kim olduğunu bilmediğimiz mezuna kahverengi ve zor çıkan bant kullandığı için küfrettik.

İşimiz bittikten sonra kantinde Ergün Hocayla oturup muhabbet ettik ve onu ne kadar sevdiğimizi tekrar tekrar anladık.”

Durum hakkında fazla söze hacet yok. Yargısız bir infaza maruz kalmışım. Bende durum hakkında tek bir cümle derim. Artık arif olan anlar...

"Benim biricik Paspartuma, onun gönül rızası olmadan kimse martini ha-zır-la-ta-maz!"

Kendimin ya da yakınlarımın genelde pek fazla fotoğraflarını çekmediğimi fark ettim.

Bir başkası tarafından fotoğrafımın çekilmesinden oldum olası hoşlanmamışımdır. Oto-portre ise pek fazla ilgimi çekmez. Fotoğrafa başladığım ilk yıllarda birkaç tane çekmiş olsam da sonrasında böyle bir eğilimi tekrar sergilemedim. Bu sanıyorum kendimle barışık olmamamdan kaynaklanıyor. Şeklimi şemailimi pek beğenmem. Ergenlikten kalma komplekslerimi hala taşımaktayım. Acaba bundan ne vakit vazgeçeceğim?

Şu an için hatırlayamadığım bir kaynaktan ünlü bir yazarın -bu Victor Hugo olabilir insanoğlunun ruhunun soğan gibi katmanlardan oluştuğunu düşündüğünü, her çekilen fotoğrafla bu katmanlardan birinin yok olduğuna inandığını ve son katmanında fotoğraflandığında öleceğinden, korktuğunu okumuştum. Sanıyorum benim bilinçaltımda da buna benzer bir inanç var. Rasyonel düşünceye ters düşen bu fikir ne kadar inkâr etsem de içimde bir yerlerde varlığını sürdürüyor.

Victor Hugo'nun Soğan Katmanlı İnsanoğlu Ruhunun Temsili Bir Görseli, ©C. Fish Images

Yakınlarımı fotoğraflamama eğilimimi ise hepten anlamış değilim. Bu konuda tek bildiğim bir fotoğrafçı olarak onları fotoğraflamıyor olmama içerledikleri...

%60 Hasan'da Ara'dan sebeplenme olayını fazlasıyla abartıyor. Şimdi de 'Ara Güler Akademisi' diye bir şey kuruyormuş. Mekânın balkonuna kocaman bir pankart açarak ilan etmiş. Ayrıntıları merak etmiyorum desem yeridir. Gerçi alan memnun satan memnun olsa gerek... Bundan dolayı fazla söze hacet yok. Güler'in bu kadar da materyalist olduğunu pek sanmıyorum. Belki biraz peşin hükümlülük ama suiistimal edildiğini hissediyorum.

Arif Aşçı, TİBK Yayınları, İstanbul'un Sokak Köpekleri, İstanbul'un Sokak Kedileri İstanbul'un Kuşları

Arif Aşçı'nın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan; İstanbul'un Sokak Köpekleri, İstanbul'un Sokak Kedileri ve İstanbul'un Kuşları adlı fotoğraf albümleri beni oldukça şaşırttı. İyilikleri-kötülükleri bir yana böylesine ticari albümleri şahsen kendisine yakıştıramadım. Demek ki başka bazı beklentileri ağır basmış olacak ki bu tür işlere imza atmış. Kendinden daha başka şeyler bekliyordum. Halende bekliyorum.

Philip Glass - The Photographer 

Philip Glass'ın "The Photographer - Fotoğrafçı” albümü bu haftanın değişik bir müzik tecrübesi oldu. Fakat oldukça riskli ve herkese hitap etmiyor. Albüme biraz zaman tanımak gerekse de, odaklanılması gereken bir işle iştigal ederken şık bir arka plan oluşturuyor. Nisan/2010

*Klaus Mehnert, Die Judend in Sowjetrussland, Berlin, S. Fisher Verlag 1932

Yorumlar